Türkiye'de çok bilinen bir eserdir. Asiye Nasıl Kurtulur?
Eserin sorusu “kurtulabilir mi?”, “bir kurtuluş var mı” değildir, doğrudan “nasıl kurtulur?” sorusu sorulur. Ne var ki, nasıl kurtulur sorusunun yanıtı, mevcut toplumsal sistem ve ilişkileri içinde arandığından, Asiye’nin kurtuluşu insani iyi niyete kalır.
Oysa şu anki insan bilgisi, bilinci, ulaşılan genel düzey, kadının kurtuluşunun imkanlı olduğudur. O yüzden kadın kurtuluşun peşini bırakmaz ve nasıl kurtulur sorusunun yanıtı, sistem sınırları içinden sistem dışına yani başka bir toplum ve toplumsal ilişkilere (yeni toplumun yeni insan, cinsiyet ilişkileri) vardırır.
Aslında kadın sorununun (kadın kurtuluş sorunu) gelişim seyri de böyledir. Başlangıçta bir haklar sorunu (hak yoksunluğu) biçiminde seyreden mücadele, 19. yüzyıl sonlarında proletaryanın yeni bir toplum kurmada üstlendiği devrimci tarihsel rolüyle, köklü bir değişim içine girmiştir. Hak yoksunluğunu gidermekle kalmayan gerçek bir kurtuluş!
20. yüzyılın ilk çeyreğindeki proleter devrim (Ekim Devrimi) kadının kurtuluşundaki bu ilk basamağı ‘hak yoksunluğu’ meselesini iki haftada çözüme kavuşturur. Sadece iki hafta! Proletarya iktidarı alır ve bu yoksunluğa, tüm kalıntılarıyla derhal son verir!
Neden bu iki hafta vurgusu? Oysa akıllı okur, vurgunun zamanda değil, değişen toplumsal sistemde olması gerektiğini söyleyecektir. Çünkü söz konusu olan iki ayrı, karşıt toplumsal sisteminin, sınıfın kadın kurtuluşuna bakışıdır. Tamamen haklıdır bu itirazında. Ancak kadının kurtuluşu için toplumsal devrimi zaman kaybı gören, hatta otoriter sistemlerin demokratikleşmesi için, önce o otoriterlikteki erkek egemenliğin yıkılması gerektiğini söyleyenlerin sayısı çoktur. Bu kadın özgürlükçüleri, toplumsal devrim sözünü duydukları anda “beklemeyeceğiz”, “ertelemeyeceğiz” diye itiraz ederler. Aslında diğerine itiraz edebilecek güçte, kapasitede olmadıkları için, meseleyi en olmadık sınıra çekerler. Daha doğrusu bir çarpıtma ve çarpıklığa başvururlar. Halbuki zaman meselesi, en zayıf oldukları konudur. Fakat sorunu kavramaktan uzak oldukları için, Asiye Nasıl Kurtulur filmini, “bak bu sefer kurtulacak” diyerek yeniden izlettirirler. Mekan değişir, oyuncular değişir, vesile konular çeşitlenir, ama o kurtuluş bir türlü gelmez. Yine de bizi inandırmaya çalıştıkları şey “beklememiş”, “ertelememiş” olmaktır! Bu bir illüzyon gibidir!
Kadının köleliği, bin yılları bulan bir sorundur ve bin yılların sınıfı toplumları içinde kadının köleliği değişmez. Sadece kapitalizmle birlikte cinsiyet eşitliği, özgürlüğü sorunu, çözüm isteyen bir sorun olarak gündeme gelir. Burjuvazinin devrim şiarından (eşitlik, özgürlük, kardeşlik) kadınlar da paylarını isterler. Ne var ki 17. yüzyılın İngiltere Devrimleri, 18. yüzyılın Fransız Devrimleri, 19. yüzyıl burjuva demokratik devrimleri kadınların hak yoksunluğunu gideremez. Biçimsel eşitlik (hukuk önünde eşitlik) için kadın kitlelerin mücadelesi, uzun ve inatçı bir mücadele olarak kapitalizmin tarihinde yerini alır. Dünyanın kapitalist egemenliğinin altına girdiği tüm bu zamanda, kadının sömürü ve ezilimi daha da boyutlanır. O yüzden kadınların mücadelesi hem kaçınılmaz olur, hem de bu mücadele o kadar uzun, zorlu ve her seferinde hak gasbını barındıran bir süreç biçiminde yaşanır. Sözde en demokratik kapitalist cumhuriyetler, ancak proleter devrimleri önleme adına, toplumsal bir güç haline gelen kadınları, yeniden sistem içinde tutabilmek için bazı adımlar atmak zorunda kalmıştır.
Yani kapitalist sınırlar içinde kadın kurtuluşu, gerçekte kadının köleliğinin değişmediği tüm burjuva demokratikleşmeye karşın, erkek egemenliğinde asla yenilmediği ancak ve yalnızca biçimsel eşitliği içeren -ki bu da tam değildir- her an bu eşitliğin de boşa düştüğü bir “kurtuluş” olmuştur. Günümüze kadar uzanan, “bekleyemeyiz” denilen şey budur. Kapitalizm altında (adına ister cumhuriyet, ister modernite deyin, kapitalist sistem yadsınmadığı sürece o kapitalizmdir, özel mülkiyet egemenliğidir) kurtuluş umudu için yüzlerce yıl beklenilmiştir. Asıl bekleme bu olmuştur.
Yüzlerce yıl, tek tek her bir hak için mücadele verilmiş, bunlar yaşama geçirilememiş; gaspa uğramış, ortaya bütün görüngüleri ile tutarsız bir eşitlik çıkmış; sermaye egemenlik çıkarlarına bağlanmış bir sorun… Yüzlerce yılın özeti bu...
Proleter iktidarda, sosyalist sistemde ise sadece iki hafta! Geri kalan zamanda ise, bu hakların eksiksiz biçimde hayata geçirilmesi ve daha da önemlisi, kadının toplumsal üretimde, yönetimde hiçbir engel ve ayrıma uğramadan, doğrudan bilakis büyük bir destek ve teşvikle katılımı için mücadele ve ev köleliğinin son bulması için, sosyalist ekonomik seferberlik ile geçmiştir. Bir toplumsal sistem, ancak bu şekilde kadınların yanında olabilir. Kapitalist tutarsızlık karşısında, devrimci, sosyalist tutarlılık!
Öte yandan, sınıflı toplum biçiminin bir yanıyla en ileri biçimi, bir sınıflı toplumun ulaşabildiği en ileri aşama, kapitalist sistemdir. Onun da geldiği yer tekelcilik, çürüme ve çöküştür. Tarihi yalnızca yüzeysel bilenler dahi, hemen şunu tespit ederler: 20. yüzyılda tekelcilik faşizmi doğurmuştur. Faşizm, kadının biçimsel eşitliğine saldırıyla kalmamış, erkek egemenliği en gerici biçimde yeniden istihdam etmiştir. Avrupa'da faşizmin yenilgisini de liberalizm vs. değil, sosyalizm başarmıştır. Yani 20. yüzyılda proleter devrimler, halk devrimleri kadın kurtuluşu ve özgürlüğü için büyük ilerlemeler/adımlar atar ve hayata geçirirken, tekelci kapitalizm erkek egemenliğin baş koruyucusu, savunucusu olmuştur. Avrupa'da faşizmin politik yenilgisinden (unutmayalım ki tekelci kapitalizm yenilmediği sürece, faşizm tümden yenilmez, bugün de bunun ispatı yaşanıyor) sonra dahi proleter, halk iktidarlarının gerçekleştirdiği (kadın kurtuluşu, eşitliği, özgürlüğü için) hiçbir şeyi tam olarak hiçbiri başaramamıştır. Bizim gibi bağımlı ülkelere sosyalizmin alternatifiymiş gibi gösterilen Avrupa, sosyalist ülkelerde gerçekleştirilenlerin düşük kopyasını sosyal devletle sağlamaya kalkmıştır ki, bu sosyal devleti dünyanın geri kalanını sömürerek yapmaya çalışmıştır. Onun da sonu ortadadır.
Şimdi nasıl oluyor da komünistler, kadınları toplumsal devrim mücadelesine çağırmış oldukları için sorunu ertelemiş oluyorlar? Nasıl oluyor da beklemiş/bekletmiş oluyorlar?
Kapitalist sınırlar içinde 400 yıldır hala eşitlik sorunu ile uğraşılıyor! Bunun için çok büyük bir mücadele azmi, enerjisi ortaya koymak zorunda kalıyor kadınlar... Nesilden nesile ve her neslin daha büyük ızdıraplar yaşaması, daha güçlü, inatçı bir mücadeleye girişmesi... Tablo budur!
400 yıl yetmemiş olacak ki, hala “durun” deniliyor, "bir toplumsal devrim adına kadın kurtuluşu için zaman kaybedemeyiz... Sorunu erteleyemeyiz!”
Anlaşılan bu kadın özgürlükçülerine 400 yıl (yerelde 100 yıl) yetmemiş, hatta faşizmin pervasızlığı da kafi gelmemiş, faşizmin (öyle ya, en büyük otoriterlik faşizmdir) nasıl yenilebildiği de hala anlaşılamamış olacak ki, sorunun çözümünü, sorunu üretenden, kapitalizmden bekliyorlar. Onu köşeye sıkıştırarak başaracaklarını umuyorlar. Acı haber, çürümekte ve çökmekte olan bir sistem dün başaramamıştır, bugün de hiç başaramayacaktır. Köşeye sıkıştırmak, yumuşatmak kurtuluşu ertelemektir. Bekleyin ve görün!
Ancak kadının gerçek kurtuluşu için beklemeyeceğiz. Kadınlar arasında sosyalist kurtuluşu, devrimci mücadeleyi yükselteceğiz. Emekçi, yoksul, genç, işçi, öğrenci, kır emekçisi kadınlara gitmekte geç kaldığımız, yavaş ve tereddütlü davrandığımız her an, bu politik gericilik (küçük burjuvazinin bu politik gericiliği) bir virüs misali yayılmıştır, yayılmaktadır. Nesnel koşullar devrimci olduğu için, kimse kadınların kendiliğinden gerçekleri göreceğini de düşünmesin. Burjuvazi onları kendi saflarında tutmak için her yolu kullanmaktadır. Kadınlara gidelim, gerçek kurtuluş umudumuzu anlatalım. Asiye'nin nasıl kurtulacağını biliyoruz. Artık Asiye kurtulsun! 400 yılda 100 yıl da yeter!
Sena Kızılırmak