Neredeyse hemen her günü ayrı bir gelişmeyle, olayla dolu bir mücadele yılını geride bıraktık.
2021 senesinin ilk editör yazısının başlığı olarak “2021: Toplumsal Ayaklanmalar Yılı” demişiz ve yaşanan ekonomik ve politik krizin çöküşü nasıl hızlandırdığından bahsederek “Dinci faşizmi, kapitalist düzeni yıkacak olan işçi sınıfı ve onun müttefiki olacak toplumsal güçlerdir.” demiştik.
Evet, sadece Türkiye ve Kürdistan'da değil, dünyanın her yerinde toplumsal ayaklanmalar süreci içindeyiz. Yaşanan her gelişme de bunu bize doğruluyor.
Nasıl bir 2021 geçirdik?
Her şeyden önce yoksulluğun, pahalılığın ve ekonomik krizin damga vurduğu bir yıl oldu. Pandeminin de etkisiyle artan işsizlik ve derinleşen yoksulluk açlık isyanlarının kapısını aralamaya başladı. Sokaklarda karşılarına çıkan her mikrofona isyanlarını dile getiren her yaştan halk, “açız, yoksuluz” diye haykırdı. İnsanlar pandemiden değil, açlıktan; aç kalmaktan, çocuklarına bir ekmek bile götüremez duruma düşmekten korkuyorlar! Pandemi ilk başladığında açlıktan ölmekle hastalıktan ölmek ikileminde kalan işçi ve emekçiler çalışmaktan başka yolları olmadığını dile getiriyordu. Zaten sermaye sınıfının “çarklar dönecek” yaklaşımı da başka çare bırakmıyordu. Sahibinin sesi TUİK istediği kadar işsizlik rakamlarını düşürsün, istediği kadar enflasyonu ve krizi kağıt üzerinde düşürsün, milyonlarca emekçi yaşamlarının katlanılmaz hale geldiğini yaşıyor. Hemen her ay yüzlerce esnaf kilit vuruyor ekmek teknesine, kendisini, çalışanlarını ve ailelerini umutsuzluk içine terk ediyor. İşsiz kalan işçi ve emekçilerin intihar haberleri de sık duyulur oldu.
Öğrencilerin eylemleri ile açılmıştı 2021. Boğaziçi üniversitesi öğrencileri atanan “kayyum rektör”e karşı ayaklandı. Karşılarında ise tüm bir sistemi buldu. Polisi, toması, copu, işkencesi, zindanları ve dahi akademik cezalar bekliyordu onları. Bunların hiçbiri öğrencileri yıldırmadığı gibi, 9 ay sonra yeni öğretim dönemi başladığında öğrenci gençlik “barınamama” ve yokluk nedeniyle yeniden yükseltti isyan bayrağını. Yurt ve barınma sorunları ile eylemlere soyunan öğrencileri bekleyen acı bir gerçek de geçim sıkıntısı oldu. Yetersiz burslar ve barınma sorunu binlerce üniversite öğrencisinin okulu bırakıp evine dönmesine neden oldu. Kalanlar da çalışarak eğitim giderlerini karşılamaya çalışıyor. Artık kameralar karşısında 13 yaşında bir çocuğun bile geçim sıkıntısından, yoksulluktan, kitapların pahallılığından dert yanar duruma geldi.
Coğrafyamızda yine her güne birkaç kadın ölümü sığıyordu. Ve duyulan hemen her kadın cinayeti, taciz, tecavüz haberi kadınların öfkesini biliyor, sokaklara döküyordu. Kat be kat artan ve cezasızlıktan gücünü alan kadın cinayetleri nedeniyle kadınların öfkesini taşıran, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması oldu. Uygulansa kadına, çocuğa yönelik şiddeti, taciz ve tecavüzü, istismarı en aza indirgeyebilecek bu sözleşme, “ailenin ve geleneklerin korunması” adına kurban edildi ve kadınlara haklarını aramak için sokaklardan, mücadeleden başka yol kalmadığını göstermiş oldu.
Bu süreçte Türkiye ve K.Kürdistan’daki 7 devrimci parti bir araya gelerek devrim odaklı “Birleşik Mücadele Güçleri”ni kurduklarını duyurdular. Temel görev ve amacı, faşizme karşı mücadeleyi zafere ulaştırarak faşizmi yıkmak ve emeğin iktidarını kurmaktı. “Birleşirsek Kazanırız” diyen devrimci güçlerin bu kuruluş ilanını da devlet saldırı, şiddet ve gözaltılarla karşıladı.
2021’in bizlerden, leninistler ve Türkiye devrim mücadelesinden alıp götürdüğü bir değer de Vefa yoldaşımız oldu. Yaşamı uğruna ölecek kadar çok seven yüz yürekli Vefa Serdar yoldaşımızı pandemide covid-19’a karşı verdiği mücadelede kaybettik. Kısa bir süre önce enternasyonal mücadelede ölümsüzleşen yoldaşlarımızın ardından Vefamızı da güneşe uğurlamanın acısı ve sol omuzbaşımızdaki eksikliği...
Ortadoğu, her dönem olduğu gibi, dünyanın en sıcak coğrafyalarından birisi oldu yine. Körfez, İran, Suriye, Irak, Lübnan, Filistin, İsrail güçler dengesinin sürekli değiştiği ülkelerdi. Emperyalist ülkelerin saldırıları, işbirlikçi hükümetlerin yaklaşımları, Ortadoğu emekçi halkları için savaş yılı oldu. Türkiye’nin Rojava işgali için saldırganlığı her geçen gün artsa da, Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile karşı karşıya geliyor. İşbirlikçi burjuva hükümetlerin desteği ve istihbaratı ile yeni katliamlara imza atıyor.
Tunus, Lübnan, Sudan, Güney Kürdistan işçi ve emekçi halkların sokakları terketmediği yerlerdendi. Ortadoğu ile benzer koşulları dünyanın öbür ucunda latinler yaşıyordu. Latin Amerika’da bir taraftan özgürlük mücadeleleri sürerken, bir taraftan saldırılar, katliamlar, cinayetler süregidiyordu. Latinler 2021’i seçimlerde karşı devrimcilere karşı aldıkları zaferlerle kapattılar.
2021 bizde de seçimlerin, anayasa değişikliğinin sık sık dillendirildiği dönemlerden oldu. İktidarı sıkıştırarak erken seçimle devirebilecekleri, bundan sonra hayatın toz pembe olacağı, “her şeyin çok güzel” olacağı hayalleri hız kesmedi. Oysa ne seçimleri kaybetse bile iktidardaki parti iktidarı bırakacaktı, ne de kazanacak muhalefetin “her şeyi çok güzel” yapacak gücü vardı.... Bunları çok defa da dile getirdiler.
Irkçı-faşist saldırılar da her geçen gün şiddetini arttırıyor. Kürt halkı onlarca yıldır faşist saldırıların hedefinde idi. Tırmandırılan şovenizm Kürt halkı ve göçmenlere yönelik saldırılara, linçlere, katliamlara yol açıyor. Halklar arasına ekilen düşmanlık tohumları, halklar arasında kan denizi yaratıyor...
Kar hırsıyla doğayı katledenlerden doğa intikamını alıyor. Seller, heyelanlar, yangınlar kısacası “doğal” olmayan afetler ülkeyi kasıp kavuruyor ve her şeyi kar olarak gören sistem önlem almadığı-alamadığı için felaketler kat be kat büyüyor.
“Eşik aşılıyor” artık. Baskı, terör, işkence, bastırmaya yetmiyor öfkeyi. Artık tam tersine, ateşi harlıyor, öfke yayılıyor. Bulaşıcı olan cesaret herkesi her yerde sokağa döküyor. Topraklarına maden, HES, JES istemeyen köylüler, çevreciler, tütününü, meyvesini, ürününü satamayan köylüler, Elektrikleri kesilen mahalleliler... Akla gelecek hemen her kesim sokağa çıkıyor; çevik kuvveti, toması, copu, biber gazına karşı işkenceleri, gözaltıları, zindanları göze alarak sesini yükseltiyor, artık bu şekilde yaşamak istemiyor.
Aynı şekilde, iktidar da sesini yükseltenlere karşı zor araçlarıyla, zindanlarıyla saldırmakla yetinmiyor, her kesimi “terörist” ilan ederek halkları kutuplaştırıyor, birbirine düşmanlaştırmaya çalışıyor.
İktidar içeride ve dışarıda tüm bu adımları atarken dışarıda emperyalistlerin, içeride de tüm bir sermaye sınıfının desteğini arkasına alıyor. Sayısız konuda çıkar çatışması yaşayan egemen güçler, konu “Türkiye Cumhuriyeti’nin Bekası” olunca tam bir cephe şeklinde kenetleniyor, ortak düşman işçi ve emekçilere, Kürt halkına karşı saldırıya geçiyor. Adam kaçırmalar, ev baskınları, gözaltılar, işkence ve zindanlar sıradan olaylar halini aldı.
Zindanlar her zaman olduğu gibi bu sınıf savaşımının cephelerinden biri. “Rehine” durumundaki yurtsever devrimci tutsaklara yönelik baskılar, saldırılar hız kesmiyor. Pandemi koşullarında daha da ağırlaşan tutsaklar, yaşadıkları hak gasplarına karşı seslerini yükseltirken, dışarıda da aileleri ve tutsaklarla dayanışma örgütleri tutsakları yalnız bırakmıyor. Faşizm tutsakları kırabilmek için “intihar” görünümlü cinayetlerinde buldu çözümü. “Teslim olmazsanız sonunuz bu” diyor ve zindanların dört duvarı arasında hastalanan tutsakları da tedavi etmeyerek ölüme mahkum ediyor.
Ancak tüm bu saldırılarına karşı da karşısında kimse susmuyor. Çocukları katledilen analar isyan bayrağını yükseltirken, her kesimden halklar “uzlaşmayacağız” diyor ve öfkesini dillendirmekten geri durmuyor.
Geçtiğimiz bir sene, önümüzdeki gelecek senenin de nasıl geçeceğine bir ayna tutuyor. Baskının en koyu karanlığından nasıl bir güneşin doğacağını gösteriyor bizlere.
Mücadele ve zafer dolu bir yıl dileğiyle...