İrili ufaklı işçi eylemleri yaygın. Hemen her sanayi bölgesinde, işçi havzalarında işçiler eylemler yapıyor. Sendikalı oldu diye işten atılan, işyeri kapandığı için işsiz kalan, ücreti ödenmeyen, çalışma koşulları dayanılmaz hale gelen... işçiler bir bir harekete geçiyor, eylem yapıyor.
Art arda sıralanan eylemlerde işçiler kendi dar ekonomik ve siyasal çerçevelerinin dışına çıkıyor. Her eylem grubu diğer eylemci işçi gruplarıyla etkileşime geçiyor. Mücadele birliği bizzat pratikte gerçekleşiyor. En sıradan eylemler bile işçileri hızla eğitiyor, militanlaştırıyor. Yaşamın kendi akışı işçi sınıfının önüne dikilen her türden ideolojik ve politik engeli, önyargıyı yerle bir ediyor. Burjuva düşünce eylemli pratik içinde aşınıyor, aşılıyor.
Daha düne kadar iktidarın gücünden dem vuran, işçi ve emekçi eylemlerinden umudunu kesen geniş kesimler hiç ummadıkları bir anda 3. havalimanı işçilerinin eylemiyle sarsıldılar. En sıradan taleplerle başlayan eylem hızla kendi sınırlarına dayandı. Jandarma işçi koğuşlarını bastı. Devletin çıplak zoru devreye girince eylem kendi sınırlarını aştı.
Hayatın gerçekliği karşısında her tür baskı, denetim, sahtekarlık, yanıltmaca tarumar olmaya mahkumdur. 3.Havalimanı inşaatında böyle oldu. Sürekli iş cinayetlerinin olduğu, ölüm ve yaralanmaların eksik olmadığı, korkunç kölelik şartlarının hüküm sürdüğü şantiyede bir anda isyan patlayıverdi!
Havalimanı inşaatı 35 bin işçinin çalıştığı bir küçük şehir. Anadolu’nun pek çok bölgesinden gruplar halinde gelen işçiler var, göçmen işçiler var. Çok sayıda taşeron firma çalışanı olarak bölünmüş, ayrışmış bu farklı kültürlerin işçileri, bir toplama kampına dönüşen şantiyede ortak eyleme geçtiler. Toplumun gözleri bir anda eyleme döndü. Orta katmanların tüm topluma yaydığı karamsarlık bulutları kısa bir anda dağılıverdi. Tek bir eylem bile bu etkiyi yaratmaya yetti.
Krizin yakıcı dalgaları emekçi yaşamların kıyılarını dövüyor artık. İşçi eylemlerinin her geçen gün yaygınlaşacağı dönemdeyiz. Baskı, cebir ve şiddet, düzenin elindeki tek egemenlik aracı durumunda. Ama artık tüm etkisini yitirmeyle yüz yüze. Bu temel engeller kitlesel olarak aşılıyor.
Önümüzdeki günler iktisadi krizin mevcut çelişkileri iyice yoğunlaştırdığı bir dönemin kapılarını açıyor. Ne iktidarın ideolojik manevraları, ne havuz medyasının bombardımanı buna engel olabilir. Çelişkilerin keskinleşmesine paralel olarak işçi ve emekçi eylemleri daha da yoğunlaşacak. Nesnel koşullar sınıfı sürekli ve sürekli dar sınırları aşmaya yönlendiriyor, yönlendirecek. Bunu ve koşulların devrimci niteliğini hala göremeyip sınıfa o dar ekonomik ajitasyon gömleğini giydirmeye çalışanlar, işçilerin hala sınırlı taleplerle, “meşru ve insani taleplerle” harekete geçmesini isteyen, onlara bunu salık verenler var.
İşçilere sadece kendi işyeri sorunlarını, dar taleplerini, hatta genel olarak işçi sorunlarını anlatmak; sadece ekonomik krizden bahsetmek, krizin etkilerinden bahsetmek yetmez. Artık işçilerin dikkatlerini daha genele, dar mesleki ve iktisadi çıkarlarının ötesine, tüm toplumun sorunlarına yöneltmek zorundayız. İşçi sınıfı hareketinin yoğunlaştığı her dönem, işçiler bunun farkına varsın ya da varmasın, tüm diğer emekçi kesimler yüzünü işçilere dönüyor, kendiliğinden bir şekilde hareket sürükleniyor. Aydın kesimler, orta katmanlar aynı şekilde sürükleniyorlar. Bu, sınıfın gücüdür. Fakat aynı zamanda sınıfın kendi dar sorunlarının ötesine yönelme yükümlülüğünün göstergesidir.
Burjuvazi tüm toplumun atomize olmasını ister. İşçileri diğer emekçi kesimlerden, değişik işkollarını birbirinden, aynı işkolundaki işçileri kendi meslektaşlarından, hatta 3. havalimanı inşaatında açıkça görüldüğü gibi aynı işi yapan aynı şantiyenin işçilerini birbirinden ayırmak, yalıtmak için her yolu deniyor. Her türlü yöntemi uyguluyor. Tüm bunlara rağmen işçiler harekete geçtiğinde onların taleplerini en geri noktaya, salt ekonomik yahut işyerinin dar sorunlarına hapsetmek istiyor. Oysa işçi sınıfının sorunları bunların çok ötesine geçmekte. Her fırsatta yasaklanan tüm işçi grevleri bunun açık kanıtıdır. Jandarmanın havalimanı işçilerine saldırması, işçilerin tutuklanması bunun kanıtıdır. Cargill işçilerinin gözaltına alınması bunun kanıtıdır. Yeşil Holding işçilerinin bina önünde toplanmalarına bile tahammül edilmemesi bunun açık kanıtıdır. Gün Matbaasının sıradan işçilerin aylarca hapiste tutulması bunun açık kanıtıdır. Nakliyat-İş üyesi işçilerinin eylemlerine saldırılması bunun açık kanıtıdır. İşçi grevlerinin birer “milli güvenlik sorunu” olarak ele alınması bunun açık kanıtıdır.
Artık yeter! Her defasında “aman bunları dile getirmeyelim, işçiler çekinir, korkar, desteklemez” diyerek işçileri dar sınırlara hapsetme girişimlerine bir son verilmeli. Sermaye sınıfı ve devlet her defasında bizzat eylemlere saldırarak bunu zaten yapıyor. Bu aynı saldırılarla devlet, işçilerin ve toplumun tüm ezilen kesimlerinin sorunlarının ortak bir temele dayandığını göstermiş oluyor. Tüm sorunlarımız bu toplumsal sömürü düzenine, kapitalist düzene dayanıyor. Çözüm de onu yıkmaktan geçiyor. İşçi sınıfı toplumun tüm ezilenlerini kendi peşinden sürükleyebilecek tek güçtür. Bu gerçeği her kritik dönemde öne çıkan işçi eylemleriyle tekrar tekrar gördük, yaşadık. İşçi sınıfının bu gücü var. Toplumsal ilişkinin bizzat kendisi sağlıyor ona bu gücü; küçük derecikler halinde yaygın ama dağınık işçi eylemlerinin kendiliğinden ve doğal birleşme eğilimi sağlıyor. Üretim ilişkilerindeki konumlanış sağlıyor. İşçi sınıfı hem kendini hem tüm toplumu kurtarmaya yazgılı bir sınıftır. Mevcut şartlar her defasında onu harekete geçmeye, ve her harekete geçmesi de tüm sınırları aşmaya zorluyor onu. Şu anda gördüklerimiz henüz daha başlangıç. Krizin sert dalgaları hele biraz daha dövsün kıyıları. Siz o zaman görürsünüz amansız kavgaları!