Defalarca tekrarladık. Görünen o ki bıkmadan usanmadan tekrarlamaya devam etmemiz gerekiyor: Oyla, seçimlerle, parlamentoyla sorunlarımızın çözümü yok. Bugün emeğin kurtuluşu mücadelesinin önündeki en temel engellerden biri, bizi sandığa hapsetmeye çalışan, alıklaştırmaya uğraşan parlamenter budalalardır!
Düşünün. Binlerce insan tutuklandı. Her gün seçime girecek adaylar, sandık görevlileri, siyasal çalışma yürüten sıradan parti taraftarları göz altına alınıyor; tutuklanıyor. Parti binaları abluka altında, sık sık basılıyor. Parti başkanları tutuklanıyor, onlarca yılı bulan “cezalar” veriliyor. Yetmiyor. Seçseniz de görevden alırız... diye alenen tehditler savruluyor. Bırakın emek cephesinin adaylarını. Sermaye partilerinin adayları bile cezaevi ile tehdit ediliyor. Haklarında davalar açılıyor. Seçerseniz içeri atarız deniliyor.
Böyle bir siyasi ortamda Sezai Temelli çıkıyor ve temelli aklımızla alay edercesine “seçimle geldiniz, seçimle gideceksiniz” diyor! Bu kadarına artık pes! Parlamenter budalalığın, parlamenter ahmaklığın bu kadarına pes!
Benzer ahmaklık örnekleri cümle reformistlerce sergileniyor. Bugünün (31 Mart) Evrensel’ine şöyle bir göz atmak kafi! Sefer Selvi’nin çizimleri durumu tam olarak resmediyor. Eline oy pusulası tutuşturulmuş insanlar “ders vermek” için sandığa çağrılıyor!
Sorun seçime katılmak değil. Daha önce de üstüne basa basa söyledik. Seçime girmek veya boykot etmek, özel bir dönemin politikalarıdır. Burada sorun genel devrim mücadelesine, kopuşa ve yükselişe hangi politikanın hizmet edeceğinde düğümlenir. Sonuçta doğru zeminde ele alındığında her iki politika da devrimci sınıfın elinde somut gelişmelerin değerlendirilmesine göre devreye sokulur. Dönemi ve gelişmeleri yanlış değerlendirirseniz yanlış bir politikayı öne çıkarmış olursunuz. Kuşkusuz bu bir hata olur, ama çoğu zaman telafisi mümkün bir hata...
Ne ki parlamenter ahmaklık, bir hata değildir. O, emeğe karşı sermayenin yanında yer almaktan başka bir şey değil. Sorun artık emeğin kurtuluşu mücadelesinde mevcut şartlara göre seçimlere katılmak veya boykot etmek değil, emekçileri düpedüz sermaye düzeninin kutsanmasına götürmek, onun sınırlarına hapsetmek, devrimci mücadelenin önünde barikat olmak haline geldi. Sorun artık bir hiç derecesine inmiş, milyonların gözünde inandırıcılığı ve sürükleyiciliği tümden tükenmiş “kutsal ineği” canlandırma çabasında sermaye sınıfının doğrudan işbirlikçiliğini üstlenmek halini aldı. Durum artık seçim platformlarından, seçim kampanyalarından ve kazanma durumlarında parlamento ve diğer kurumlardan devrimin kürsüsü olarak yararlanma tavrını çoktan aştı. Bununla bir ilgisi kalmadı. Bu platformlara, bu kampanyalara ve bu kurumlara körü körüne bir inanç, iman ve bağlanma sözkonusu artık. Bu, sermaye düzeninin kutsanmasıdır. Sermaye uşaklığıdır. Anayasal hayallerin emekçi yığınlar içerisinde yayılması için burjuva sınıfa destek olmaktır.
Bu gerçeği yıllardır anlatıyoruz. Bize giydirilmek istenen bu deli gömleğini giymeyeceğimizi defalarca haykırdık. Emekçilere dayatılan bu sahte ikilemi “Mecbur Değiliz” şiarıyla reddettik. Sorunlarımızın çözümünün sandıkta, mecliste, muhtarlıklarda olmadığını her fırsatta vurguladık. Bu yüzden tüm sorunların kaynağı olan sermaye egemenliği yıkılmadan hiçbir sorunumuzun köklü çözümünün mümkün olmadığına işaret ettik; “Sandıkla Gitmeyecekler” dedik.
Parlamenter hayaller, anayasal hayaller yaymak isteyen; bizi pasif bir bekleyişin bıktırıcı çukuruna sürüklemek için çırpınan bu sosyal reformist burjuva uşaklarına karşı gerçekleri tekrar tekrar söylemeye devam edeceğiz. İşçi ve emekçilerin, kadınların, gençlerin, Kürt halkının sorunları asla ama asla oyla, sandıkla değişmeyecek. “Faşizmi geriletmek” diye dillerine doladıkları ucube koca bir kandırmacadan ibaret. Bu söylemle girilen seçimleri anımsayın. “Son bir gayret” deyip sizleri sürükledikleri o umutsuzluk çukurunu anımsayın. Her seferinde tekrarlanan bu oyundan büyük düş kırıklıklarından başka ne geçti ellerinize? Bu saçma oyuna artık bir son vermek gerekiyor. Sandık bir kurtuluş aracı değil. O, kimi özel durumlarda güçlerimizi sınamanın, bir araya getirmenin, yahut biriktirdiğimiz öfkeyi patlatacak “meşru bir gerekçe yaratmanın” aracı olabilir ancak. Daha ötesi değil! Her kim ki onu bir “kurtuluş aracı” olarak, bir “ders verme” aracı olarak, bir “hizaya sokma” aracı olarak gösteriyorsa, bilin ki o emekçilerin yanında değil, sermayenin yanında yer alıyor, sermaye düzenine hizmet ediyor.
Kurtuluşumuz kendi ellerimizde, gücümüz birliğimizde! Bu “evet hayır oyununu” oynamayacağız, seçimden seçime sandığa sürüklenip hayal kırıklığıyla evlerimize çekilmeyeceğiz. Buna mecbur değiliz! Biz gücümüzü üretim alanlarından, mahallelerimizden, sokaklardan alıyoruz. Oralarda bir araya gelerek, kendi öz örgütlenmelerimizi yaratarak güçleniyoruz. Sorunların köklü çözümünü oralarda gerçekleştirebiliriz. Bu düzenden, bu düzenin tüm kurumlarından tamamen kopmadan, onlardan umudu kesmeden kurtuluş yüzü göremeyiz. Bu düzen değişecek! Bunun yolu da sandıktan değil, sokaktan, kavgadan geçiyor. Unutmayalım, “Sandıkla Gitmeyecekler!”