Hiç şüphe yok, tarihi bir süreçten geçiyoruz. Büyük altüst oluş çağındayız. İçerde ve dışarda, ülkede ve dünyada bütün taşlar yerinden oynuyor, saflar bozuluyor, yeni saflar oluşuyor.
Sermaye sınıfının çökmekte olan egemenliğine payanda olacak yeni girişimler, akımlar, oluşumlar boy gösteriyor siyaset sahnesinde. İşçi sınıfını ve emekçi kesimleri düzene bağlamak için proje üzerine projeler sürülüyor piyasaya!
Kendini çürüyene, yıkılmakta olana bağlayan herkes çürür, dağılır! Küçük burjuva sosyalizmi ve HDP, ayaklarını bastığı zeminin tamamen çürüdüğünün farkında değil hala. “Tek adama karşı olmak” adına, “saray faşizmini geriletmek” adına, “AKP-MHP faşizmine geçit vermemek” adına attıkları adımlar, soyundukları projeler tam bir bataklığa çıkıyor.
Şimdilerde CHP ve Saadet Partisi dahil “AKP-MHP-Cemaat hariç” herkesi çağırdıkları “birlik” girişimleri, sermaye sınıfı adına emek saflarında yürütülen tasfiyecilikten başka bir şey değil. Bu türden girişimlerin parçası olan sosyalist çevreler, Rosa’nın deyimiyle “kokuşmuş ceset” haline gelmiş durumdalar çoktan. “Demokratik ittifak” adı altında sermaye partileri ve örgütleriyle ortak hareket etmeyi temel alan bu girişim, özünde, emekçi hareketini sermayenin emrine sunmaktan başka bir anlama gelmiyor. Onlar sermaye düzeni dışında bir düzeni hayal bile etmiyorlar artık! Tüm çabaları, tüm girişimleri, tüm savunuları üç kelimeyle tanımlanabilir: “AB normlarında bir demokrasi!”
Tarihsel açıdan bu fikrin saçmalığı bir yana, işçi ve emekçilerin önüne koydukları, uğruna bedeller ödenmesini istedikleri hedef budur işte! Tüm düşünce ufukları bu kadar!
“Faşizme karşı demokrasi” dediğiniz şey, CHP ve SP gibi sermaye partileri ile birlikte elde edilebilecek bir şey değildir. “Faşizme karşı demokrasi” dediğinizde, ordu ve polisin, yargının, tek sözle mevcut faşist devlet aygıtının parçalandığı bir durumu dile getiriyorsunuz demektir en azından. Altını çizelim: en azından! Ama siz, “demokratik ittifakınızın” daha ilk maddesinde sermayenin has partilerini ittifakın temel unsuru görmekle “demokrasi”den ne anladığınızı açığa vuruyorsunuz. Sizin peşinde olduğunuz şey, tastamam “AKP öncesi Türkiye”dir. Ya da daha tam ifadeyle “AKP’siz Türkiye”dir, başka bir şey değil! Faşist devlet aygıtına dokunmayan, o faşizmin iktisadi kökleri olan tekellere ilişmeyen, hatta o tekellerin siyasal temsilcileriyle kol kola giren bir anti-faşist mücadele!
Bu, işçi sınıfının düşüncesi ve hedefleri değil. Bu tamamen küçük burjuva yılgınlığının ifadesidir. İktisadi ve toplumsal konumu gereği iki temel sınıf arasında salınıp duran küçük burjuvazi, bulduğu her fırsattta tekelci sermaye sınıfı ile uzlaşmaya çabalar. Bulduğu ilk boşlukta soluğu burjuva siyasal limanın dingin sularında almaya bakar. Kriz derinleştikçe, çelişki ve çatışmalar yoğunlaştıkça küçük burjuva sosyalizminin uzlaşma eğilimi yoğunlaşır. Girişimlerinin sayısı artar.
Küçük burjuva sosyalizmi Gezi’yi dilinden düşürmez. “Birlik toplantılarında” her konuşmada verdiği örnek Gezi’dir. Onun, Gezi’ye baktığında gördüğü şey, kapitalist düzeni sarsan ve aşmaya çalışan yığınların ayaklanması değil, tastamam “Erdoğan karşıtı en geniş birlik”tir. Bugünlerde Avrupa’da toplantı salonlarında kotarmaya çalıştığı şey de işte bu çarpık hayalden başka bir şey değildir.
Oysa proletarya için bu düzene “yamanmak” diye bir durum sözkonusu olamaz. Onun varlığı ile kapitalist düzenin varlığı uzlaşmaz bir karşıtlık oluşturuyor. İşçi sınıfı bu düzeni yıkmaksızın, onu aşmaksızın ilerleyemez. Bunun içindir ki proletarya, yaldızlı projelerin masum kelimesi olarak demokrasiden apayrı bir demokrasi anlayışına sahiptir. İşçilerin gerçek anlamda “demokratik ittifakı” diğer emekçi kesimlerle birlikte tabanda, gerçek demokratik taleplerle ve demokratik yollarla gerçekleşebilir. Proletarya için siyasal demokrasi, kendi örgütlenmesinin, kendi kurtuluşunu örgütlemenin doğal ve kaçınılmaz yoludur. Masabaşı projelerde gerçek içeriği gizlenmiş süslü laflarla değil, devrimci mücadeleyle, faşist devletin parçalanmasıyla gerçekleşir siyasal demokrasi.
Sermaye basını ve AB’nin “sivil toplum kuruluşları” tarafından hararetle alkışlanan, reklamı yapılan, yaldızlanan bu türden tasfiyeci girişimlere karşı işçilerin uyanık olmaktan, küçük burjuva sosyalizminin sermaye kuyrukçuluğundan uzak durmaktan başka çıkar yolu yoktur. İşçiler kendini örgütsel olarak da, siyasal olarak da bu bataklıktan ayırmak zorunda. Bırakalım bu yılgınlar topluluğu, bu “kokuşmuş cesetler” çürüyen düzenle birlikte dağılıp gitsinler.
Sinan KALELİ
18.08.2019