Chaplin’in unutulmaz filminin sahnelerinden biridir. “Büyük diktatör” savaş ilan eder, sonra kağıdı yırtar, dost oluverir. Faşist iktidarların kaçınılmaz özelliğidir, bir anda dost, bir anda düşman oluvermek. Aynı şekilde inanılmaz ve tahammül edilmez bir yüzsüzlükle yalan üstüne yalan söylemek. Hem de öyle ufak tefek değil, kocaman yalanlar sıralayıvermek. Ne demişti bu işlerin piri Göbels: Bir yalan ne kadar büyük olursa, inananlar da o kadar çok olur!
RTE grup konuşmasında alışılageldik büyük yalanlarını sıralayıp durdu. Huyudur. Sanatçıları baskı ve yoklukla tehdit edip rüşvetle satın almaya çalışırken, Nazım’dan, Sabahattin Ali’den dem vurur... gazetecileri, öğretim üyelerini, ilericileri, devrimcileri zindanlara doldururken, “Milli Şef”in zulmünden yakınır! Böylesine iki yüzlü, böylesine insan aklıyla alay ederek!...
12 Şubat tarihli konuşmasında mesela dinci-faşist çetelerin (ki kendisi de kağıt üzerinde bunları “terörist” olarak niteliyor) İdlib’teki mücadelesini “Suriye halkının özgürlük mücadelesi” olarak niteledi ve “Suriye huzura kavuşacak ki, Türkiye huzura kavuşsun” deyiverdi! Bununla yetinmedi RTE. Savaş ilanı anlamına gelen sözler sarfetti: “Askerlerimize yönelecek olası bir saldırıda Soçi mutabakatı sınırları dışında da rejimi her yerde vuracağız.” Havadan, karadan her tür adımı atacaklarını, uçakların artık rahat uçamayacağını söyledi. “Rejimi gözlem noktalarımızın gerisine çıkartmakta kararlıyız” dedi. Hızını alamadı, açıktan Rusya’yı tehdit etti. Tabii tüm bu tehditleri yapmadan önce Mr. Jeffry’nin Ankara’ya gelmesini bekledi! ABD ve NATO’dan gelen sözlü destek açıklamalarından sonra esti gürledi.
İşin tuhaf yönü şuydu ki, bu sözleri sarfetmeden kısa süre önce Putin ile telefon konuşması yapılmış ve “Soçi mutabakatına bağlılık” yinelenmişti! Tabii RTE’nin bu salvolarına Kremlin’den yanıt gecikmedi: Biz teröristleri vuruyoruz!1
RTE’nin bu esip gürlemeleri devam etmekteyken, Suriye ve Rus uçakları Halep’in güney-batı ve batı hattını, M5 karayolunun batı bölgelerini bombardımana tutmaktaydı. Bu esip gürlemelerin, bu tehditlerin pek bir caydırıcılığı görünmüyordu. Gücünün sınırları ile bu trajik yüzleşme, Akar’ın ağzından NATO’dan, ABD ve Avrupa’dan “somut destek” talebiyle açığa vuruldu. Zira şu ana kadar verilen destek salt sözlerden ibaretti.
İdlib’te Suriye ordusunun “yıldırım savaşı” dengeleri ve TC’nin hesaplarını alt üst etti. Açıkçası ne Ankara bekliyordu böyle bir hızlı ilerleyişi, ne sahadaki tosuncukları. TSK’nın tüm engelleme çabalarına, yığınaklarına, mühimmat ve silah desteğine rağmen, M5 yolu göz açıp kapayıncaya kadar Şam’ın eline geçiverdi. Hava desteği olmadan dinci-faşist çetelerin hiç bir şansının olmadığı çatışmalar, Suriye ordusunun günlük 15-20 km ilerleyişiyle tam bir bozguna dönüştü.2 TC’nin tehlikeli oyunu da bu aşamadan sonra hızlandı.
Ankara var gücüyle büyük bir savaşın kışkırtıcılığını yapıyor şu anda. Kendisi bizzat provokasyonlar tertiplediği gibi, yarattığı ortam, yapılan yığınak, her tür provokasyona da kapı aralıyor. Sahada gerilim hiç olmadığı kadar yüksek.
Sadece İdlib değil sözkonusu olan. TC’nin işgali altındaki bölgeler, boydan boya Rojava ve aşağıda Deyr EzZor bölgesi sık sık irili ufaklı sürtüşmelere sahne oluyor. En son çatışma haberi 12 Şubat itibariyle Kamışlo’dan geldi. Hırbet Emo köyünde ABD devriyesi engellendi. ABD askerlerinin 14 yaşında bir sivili3 öldürdüğü, Suriye askerlerinin ateş açtığı, ABD uçaklarının havalanarak köyü bombaladığı yolunda bilgiler geliyor.
Küresel ölçekte karşılıklı kuvvet yığma ve konumlanmanın böylesine yoğunlaştığı, uzun süredir tarafların birbirlerini tartıp durduğu böylesi bir ortamda Ankara gibi gücü ve çapı sınırlı bir faktörün çapıyla ters orantılı felaketlere sebep olması işten bile değil. Tehlikeli bir dönemden geçiliyor. İdlib’teki bu kördüğümü Rusya-Suriye kılıcı kesip atacak mı, yoksa başka büyük çatışmalara kapı mı aralanacak? Bunu Ankara’nın provokasyonları, NATO ve emperyalistlerin hazırlık durumları ve karşıtlarının tutumları belirleyecek.
Tüm bu cehennem kapısının eşiğinde yaşamları şimdiden cehenneme dönen emekçiler duruyor. Süregiden kriz, derinleşen sefalet, Ankara’nın yayılmacı hayallerinin maliyetiyle katmerleniyor. RTE'nin konuşması sırasında "çocuklarım aç" çığlıkları artık Saray'ın içinde yankılanıyor! Derinleşecek çatışmalar ve olası savaş, emekçilerin yokluk, acı ve öfkesini artırmaktan başka bir sonuç yaratmayacak. Ve sermaye sınıfı için asıl cehennem bu öfke patladığında ortaya çıkacak.
Sinan KALELİ
12.02.2020
_____________________________________________________________________