Gemi sigorta şirketleri Kuzey Akım ve Türk Akım projelerinde çalışacak gemileri sigortalamayı reddediyor. Gerekçe, ABD yaptırımı.
Almanya “Navalny vakası”nda bariz “hile kokan adımlar” atmaya devam ediyor. Alenen suçladıkları Rusya açıktan hukuki yollarla kanıtları talep ediyor, Almanya ipe un sermeye devam ediyor. Her halinden baştan mizansen olan “vaka”yı büyütmek için çabalıyor.
“Rusya’yı kuşatma stratejisinin” ateşli savunucusu, on yıllardır gayretkeş aktörü Polonya ve Nazi işbirlikçisi rejimlerin işbaşına geldiği Baltık ülkeleri (son zamanlarda buna Çekya da dahil oldu), Ukrayna’dan sonra şimdi Belarus’ta “renkli devrim” için muazzam bir enerji ile çalışıyorlar. Belarus’taki karşı-devrim için açık bir “cephe gerisi” işlevi görüyorlar. Litvanya, %10’luk Tihanovskaya’yı “Belarus başkanı” ilan etti bile!
Almanya, Lukaşenko’nun devlet başkanlığını tanımadığını ilan etti! Ardından AB temsilcisi Borrell aynı şekilde AB’nin Lukaşenko’nun devlet başkanlığını tanımadığını ilan etti. Yaptırım girişimleri ise geçen gün Kıbrıs yönetiminin vetosu nedeniyle (o da Türkiye’ye yaptırım olmadığı gerekçesiyle) askıda kalmıştı.
Listeye “Çin karşıtı hamleleri” de ekleyebiliriz. Özellikle Huawei ve 5G konusunu, Hong Kong meselesini... Tüm bu ve benzeri girişimlerin arkasında kimi zaman silik bir şekilde kimi zaman alabildiğine belirgin, Beyaz Saray’ın gölgesi mevcut.
Emperyalist ülkelerin tekelci sermayeleri son derece girift çıkarlarla birbirlerine sıkıca bağlanmış durumda. Çelişki ve çıkar çatışmaları ne kadar artarsa artsın, birbirlerinden kopup karşıt kutuplarda kamplaşacak denli bir gelişme olmuyor. ABD’nin hegemonyasının çöküşüne paralel sağa sola savrulmalar, yalpalamalar, kimi zaman “bağımsız” konumlanışlar gündeme geliyor. Ama günün sonunda bir şekilde aynı sofraya çöküyor emperyalist ülkeler.
Geçen yüzyılın başında kapitalizmin eşitsiz gelişimine koşut olarak geriden gelip öndekine yetişen emperyalist ülkeler, o dönemin üretim yapısında son derece hayati rol oynayan hammadde kaynaklarını tekeline alma ayrıcalığı uğruna şiddetlenen mücadelede bu hammadde kaynağı olan toprakların paylaşılması (ve yeniden paylaşılması) için savaşa tutuşmak zorunda kalıyorlardı. Şimdi ise geriden gelip öndekini geçme değil, çeşitli hızlarda geriye doğru bir çöküş hareketi söz konusu.
Tam da bu durum, herhangi bir emperyalist ülkenin, zirvedeki emperyalist gücün yerini alma avantajları hesabını yapıp ileri sıçramaya çalışmasının önündeki temel engel. Sistem bir bütün olarak çözülüyor. Emperyalist sistemin hegemon gücü ABD, diğerlerinden daha büyük bir hızla, sıçramalarla çökerken, “rakip” emperyalist güçler bir bütün olarak sistemin çökmekte olduğunu görüyor ve dehşete düşüyor.
Emperyalistler arası çelişkinin alabildiğine derinleştiği her defasında çöküşün burada bahsedilen dinamiği, kuşkusuz giriftleşen iktisadi yapının da güçlü etkisiyle, aynı emperyalist merkezleri bir arada tutan etken haline geliyor. Bir yandan aralarındaki çelişki ve çatışmalar artıyor ve ayrışma dinamiği işliyor, öte yandan sistemin çöküşünü durdurma veya yavaşlatma isteği (sistemin ortak çıkarı) onları bir araya gelmeye zorluyor. Bu “bir araya geliş” hiç şüphesiz akla gelebilecek en koyu gericilik temelinde gerçekleşiyor. Avrupa’da komünizm simgelerinin yasaklanması; Baltık ülkeleri başta bir dizi ülkede Nazi işbirlikçilerinin kutsanması, Sovyet anıtlarının yıkılması ve Sovyet partizanların suçlanması; Sovyetler’in savaşın suçlusu olarak gösterilmek istenmesi; BM’de “Nazi karşıtı tasarı”nin ABD tarafından “fikir özgürlüğü” bahanesiyle sürekli bloke edilmesi; halkçı demokratik ülke yönetimlerinin devrilmesi veya devrilmesi için her cephede sürekli baskının uygulanması; sosyalist ülkelere yönelik yaptırım ve saldırganlıkların hız kesmeden devam etmesi...
Peki sistemin çöküş süreci ne anlama geliyor? Bu çöküşün karşıt kutubu, herhangi bir “güç odağının” yükselişi değil, geniş emekçi kesimlerin isyanıdır. Küresel ölçekte son çeyrek asırdır kesintisiz süren, büyüyen, güçlenen anti-kapitalist hareket söz konusu. Çok çeşitli biçimlere bürünen, değişik istem ve sloganların öne çıktığı, son derece zengin bir küresel hareket.
Küresel anti-kapitalist hareket, başka şeylerin yanında emperyalistler arası çelişkilerden güç alıyor. Ama sadece bu değil. Hegemonyası çökmekte olsa da başını ABD emperyalizminin çektiği blokun Rusya ve Çin’i kuşatma, onları parçalama ve yutma girişimleri, buna karşılık bu iki ülkenin kendilerini korumak adına attıkları her adım, hem sosyalist ülkeler için, hem dünya emekçi halklarının mücadeleleri için dolaylı (kimi zaman doğrudan) destek rolü oynuyor. Bu karşı karşıya gelişler pek çok durumda ilerici devrimci ve sosyalist güçler için büyük olanaklar sağlıyor.
Yukarıda bahsedilen gelişmeler, NATO’nun genişlemesi, Rusya ve Çin’in kuşatılması ancak bu geniş perspektife oturtulduğunda anlaşılır duruma gelmektedir.
Emperyalist kamptaki bu karşıt yönlü salınım hareketi dünyayı her zamankinden daha güvensiz hale getirmektedir. Dünyanın pek çok bölgesi zaten savaş ateşiyle kavrulmakta. Ama daha ürkütücü savaş gerilimleri artıyor. Lavrov’un son dönem sıklaşan söyleşilerine şöyle bir bakan biri bile durumun yakıcılığını görebilir kolaylıkla.
“Navalny’nin şişesindeki zehir” tüm dünyayı zehirlemek üzere! Uluslararası proleter hareketin dünyayı büyük kıyımlardan korumak için zamanı her geçen gün daralıyor.