Dinci faşizm kimi sembolik adımlarla birlikte esaslı kapışma hazırlıklarını hızlandırdı. 6-8 Ekim “soruşturması” bunun önemli adımlarından biri. Dünkü yazımızda vurgulamaya özen gösterdik. Bu türden saldırıların “sandık hesaplarıyla”, gündem değiştirme isteğiyle, “Millet İttifakını zora sokmayla” pek az ilgisi var.
Sabah akşam seçim ve anketler yatıp kalkanlar açısından farklı türde düşünmek kolay değil. Biliyoruz. Onlar RTE’nin her adımında bir “erken seçim” hazırlığı görmeye devam edecekler. Oysa, dünkü sözlerimizi tekrar edersek, “Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin (haliyle tekelci sermaye egemenliğinin) harıl harıl hazırlandığı şey, seçimler değil. Yukarıda bir kısmını sıraladığımız olgular bambaşka bir şeye işaret ediyor. Kanlı, çok kanlı bir sürece açıyor kapıyı faşizm. Kopkoyu bir diktatörlüğü, topyekun faşizme açıyor. Hitlervari bir Nazi dönemine. Bugünkü “6 yıl gecikmeli Kobane davasının” bir anlamı budur.”
Bu hazırlıklar alenen yapılıyor. Tekelci sermaye ve dinci faşist iktidar çarpışmaya hazırlanıyor. Öte yandan bu hazırlıklar simgesel adımlar da içeriyor. Dünkü gözaltı furyası sırasında gölgede kaldı belki, eski MHP’li, sonranın cemaatçilerinden M. Türköne, bizzat Bahçeli’nin talebiyle tahliye edildi. Tıpkı Çakıcı’nın tahliyesi gibi. Simgesel mesaj açıktır: “adamlarımıza” sahip çıkıyoruz!
Bu “sahip çıkma” zaten alışıldık durum. Nerede tecavüzcü, hırsız, ipten kazıktan kurtulmuş bir çürük unsur varsa, dinci faşist iktidar ve genel olarak faşist devlet derhal sahipleniyor zaten. Çürüyen, tel tel dökülen bir sistem ,ancak bu türden cürufu kahraman ilan edebilir. Ancak böylesi “kahramanlara” güvenebilir!
Bir düzen böyle toplumun tortusunu baş tacı etme aşamasına gelmişse, artık kaybetmenin eşiğine de gelmiştir. Bu saldırganlık, bu vahşet, bu kendi kurallarını bile hiçe sayma hali, gücün değil, güçsüzlüğün ifadesidir. Bu noktaya kadar uygulanan bütün baskı ve vahşet politikalarının sonuçsuz kaldığının itirafıdır. Ağızlarından köpükler sıçratarak konuşmalarına bakmayın. Bu öfke, bu tehdit, bu kendinden geçme hali güçsüzlükten. Yaptıkları hiçbir şeyin devrimin sırtını yere getirememesinden. Kürt halkına, geniş emekçi kesimlere boyun eğdirememiş olmaktan.
Tekelci sermaye düzeni uzun yıllardır temellerinden sarsılıyor. Henüz ve hala yıkılamadıysa da, uzun süredir “egemen olma” durumunu yitirmiştir. Eskisinin devam edemediği, yenisinin de hala doğamadığı bir kriz dönemini yaşıyoruz on yıllardır. Bir devrim ile çözülmediği sürece toplumu da çürüten ve zehirleyen bir dönemdir söz konusu olan.
Sermaye sınıfı, dinci faşist iktidar eliyle bu süreci kendi lehine sonlandırmak için son hazırlıklarını yapıyor. Tam bir kanlı hesaplaşmadır hazırlandığı. Büyük bir çarpışma.
Bu çarpışmanın diğer kutbu, geniş emekçi yığınlar, işçi sınıfı, Kürt halkı, ulusal topluluk halkları... tek sözle birleşik devrim cephesidir.
Saflar belirgin ama kafalar ne yazık ki net değil. Hala sermaye cephesinin değişik siyasal aktörleriyle, özellikle CHP ile dirsek teması sürdürme küçük burjuva uzlaşmacılar arasında yaygın. Şekilsiz bir demokrasi (“genel” demokrasi!) ittifakı peşindeler. Ve bahsi geçen çaba, tamamen meclise ve sandığa endeksli.
Buradan bir sonuç çıkmaz. Kendini salt bir AKP-MHP karşıtlığı, bir “Saray karşıtlığı”, tek kelimeyle Erdoğan karşıtlığı ile tanımlamakla, zaten asıl olanı, sermaye düzeninin kendisini ıskalıyor. Unutmayın, bu devlet, koca bir ilçeyi top ateşleriyle yakıp yıkmış, neredeyse haritadan silmiş bir devlettir. 1992’de Şırnak, 1993’te Lice... Sur’un, Nusaybin ve Cizre’nin dumanları tütüyor hala. Dinci faşist iktidar gökten inmedi. Bu genel yapı içinde ve onun devamcısı.
Bayraklarına sadece hükümeti, yahut “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni yıkmayı ve yerine “parlamenter sisteme dönmeyi” koyanlar, CHP ile, “Millet İttifakı” üzerinden Akşener’le, “Sur-Cizre fatihi” Davutoğlu ile yan yana gelmek istiyorlar. Yani sermayenin has partileriyle birlikte iş tutmayı. Bu yol, yol değil. Emekçi sınıflara kölelik düzeninin devamı uğruna kanlarını akıtmayı önermektir bu.
Hedef net: Bu vahşi düzeni yıkmak! Bu vahşi düzen demek, tekelci kapitalist sistem demektir; bu sistemin faşist devleti demektir; onun temel kurumları demektir. Sadece hükümet, yahut “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” değil. Sermayenin bu meydan okumasına, dolu dizgin hazırlandığı büyük çarpışmaya emek cephesinden karşılık vermek, ancak bir devrim programıyla olur; “Sandıkta hesaplaşacağız” demekle değil.
Günlük politika ile tarihsel hedeflerin olağanüstü çakıştığı bir dönemdeyiz. Mevcut şartlarda tekil sorunlara yönelik hiçbir çağrı, emeğin evrensel kurtuluşunu temele koyan çağrılar kadar kitleleri harekete geçirecek güce sahip değil. Şimdi bu bilinçle kavga bayraklarına doğrudan devrimin şiarlarını yazmak, devrim programıyla emekçilerin karşısına çıkmak gerek. Devrimin şiarlarının, dolu dizgin gelmekte olan bu çarpışmada emekçi yığınlar tarafından sahiplenileceğine kuşku duyulmasın.