Kapitalizm bir ton saçma çelişki ile yüklüdür. Sağlıklı düşünen bir insan olağan mantığıyla düşündüğünde saç baş yolar bu saçmalıklara.
Bir işçi çalışması karşılığı ücret alır. Eğer çok çalışırsa, çok üretirse, daha çok ücret alır. Çok çalışan çok kazanır! Böyle buyurur liberal gevezeler. Ve işçileri “çok çalıştırmak”, onlara birim zamanda “çok ürettirmek” için ilmi simya misali ne buluşlar yapılır ve uygulanır üretim alanlarında. Sonuç?
Söylenenin tam tersi olur. Daha çok çalıştıkça daha az kazanmaya başlar işçiler. Göreli payları düşer sürekli, burjuvalarınki artarken. “Kalite kontrol çemberi”ydi, “çan eğrisi” idi, şuydu buydu derken, bakarsınız üretimin ortalama seviyesi yukarı çıktıkça, işletmenin genelinde işçiler mutlak olarak daha az kazanmaya başlar. Her hal ve şartta “daha çok çalışmak”, birim zamanda daha çok üretmek, işçilerin daha az kazanmasıyla sonuçlanan bir süreçtir.
DİSK-AR’ın yayımladığı bir rapora göre 2012 yılı 1. çeyreği ile 2020 2. çeyreği arasında yani sekiz yılda, sanayide işgücü verimi %51,1 oranında arttı. İşçilerin reel ücretleri ise %14,8 arttı. Yani “Reel ücretlerdeki artışlar verimlilik artışının gerisinde kaldı. İşçiler daha çok çalıştı, daha çok üretti ancak bu artıştan pay alamadı. Böylece sanayide sömürü yoğunlaştı. İşçiler 2012’ye göre %51 daha fazla üretirken, bu üretim artışı ücretlere yansımadı”.
Küresel bir salgın var. Milyonlarca işletme battı. İşsizlik çığ gibi büyüdü. Hadi tüm bu yıkımı salgına yükleyelim ve salgın daha başlamadan önce kapitalizmin zaten gittikçe derinleşen bir bunalımda olduğunu es geçelim. Bu yıkım, milyonlarca ve milyonlarca insanı yoksulluğun ve ölümün pençesine attı. Yüz milyonlarca insan işsiz, evsiz, aç kaldı. Kapitalist devletler ne yaptı? Bu insanlara gıda, barınak, sağlık hizmeti vb. mi verdi? Hayır! Çoğu hiçbir şey yapmadı; yapanlar da kupon/çek verdi insanlara. Dikkat edin, beslenme ve barınma sorununu doğrudan çözebilecekleri halde buna yanaşmadılar. Adına “helikopter para” denilen yöntemle, gidip alışveriş yapsınlar diye bir çeşit para verdiler. Neden? Çünkü kapitalizmde her şey sermaye biçimine girmek zorundadır. Devlet, doğrudan barınma ve beslenme sorununu üstlenirse “çark dönmez”. Piyasaya sürülen ürünler, bir meta-sermaye’dir ve satılarak para-sermayeye çevrilmelidir. Amaç insanların ihtiyaçlarının (beslenme ve barınma) giderilmesi değil, sermayenin biçimleri arasındaki akışın sürdürülmesidir! Bu akış sonucunda kapitalistler, kar elde ederler. Daha doğrusu kar realize edilir. O nedenle doğrudan insanların ihtiyaçlarının karşılanması, kapitalizmin varlığına terstir, hatta tehdittir. Afrika açlıktan kırılırken piyasaya çıkamayan (çünkü malın fiyatı düşer) tonlarca hububatın denizlere dökülmesi vs böyle saçma nedenlerledir.
Salgın döneminde yüz milyonlarca insan yokluğun, açlığın, kelimenin gerçek anlamında yıkımın pençesine düşerken, 2189 (yazıyla, iki bin yüz seksen dokuz) kişi yani dünya nüfusunun sadece üç buçuk milyonda biri, toplam varlıklarını 1,3 trilyon dolar artırmışlar (neredeyse Türkiye'nin iki yıllık üretimine denk!); 10.2 trilyon dolarlık bir değere hükmediyorlar! Bu arada bu üç buçuk milyonda birlik kesimin toplam varlıkları hesaplanırken hisse senedi ve şirket hissesi ile emlak, nakit ve lüks mallar hesap edilerek borçlar düşülmüş. Brüt rakam değil, net rakam söz konusu! Teknoloji, sağlık hizmetleri ve imalat sektörlerindeki milyarderlerin servetlerindeki artış %40 civarında!
Ne mucizevi bir sistem şu kapitalizm! Sürekli hızlanan şu teknoloji çağında işçiye bir gram artı zaman bırakmamayı başaran, hızlandıkça işçinin hayatındaki her damla zamanı kendine (sermayeye) bağlayan, emek verimliliği arttıkça işçiyi yoksullaştırıp kelimenin gerçek anlamında bir avuç (hatta bir avuç bile değil, üç buçuk milyonda birlik bir kesim) asalağın servet/varlık dağlarını Everest’in zirvesine taşıyan bir acayip sistem! Biz çalışıyoruz, onların servet dağları ölçüsüz büyüyor. Bu saçma çelişkiler, bu korkunç uçurum, bu devasa fizik ve manevi yük daha ne kadar taşınabilir ki!