Türkiye tekelci kapitalizmi uzun on yıllar boyunca yakasını krizlerden kurtaramadı. Ekonomik ve siyasal krizler birbirini kovaladı. Sınıflar savaşımı çok sert düzeyde seyretti. Toplumsal altüst oluş koşulları, mevcut kapitalist toplumun olağan varlık biçimi olageldi.
Siyasal literatürde bu koşullar “devrimci durum” olarak tanımlanır. Derinliği ve kapsamı aynı kalmayan, devrimci dalganın kah yükselip kah geri çekildiği ama hep var olageldiği bu devrimci durum koşullarının uzun on yıllara yayılması, devrim saflarının siyasal örgütlenmelerinde bir bıkkınlık, yılgınlık da yarattı. Daha tam söylemek gerekirse, sürüp giden bu devrimci durum ve iç savaştan zaferle çıkamamış olmak, sadece düzenin burjuva unsurlarını çürütmedi. Çürüme hem toplumun geneline sirayet etme eğilimi taşıdı, hem de kendini emek saflarında tanımlayan pek çok siyasal örgüt ve partiyi de etkisi altına aldı.
Siyasal hareketlerin çürümesi, bizzat devrim ve iktidar fikrinin, sadece pratik politika açısından değil, yer yer teorik düşünsel temellerde de inkar edilmesi şeklinde çıktı ortaya. “Yaşanabilir kapitalizm” savunusu politik parti programlarında gittikçe daha köklü olarak yer etti. Dahası, “sınıftan kaçış”, sınıf dışı bir genel şekilsiz yığın/kitle temsiliyeti anlayışı aldı başını gitti. Sonuçta “zora dayalı devrim” ve devrimci dönüşüm bir kenara atıldığı noktada, devrim ve iktidar sorunları da pratik politika gündeminin dışına çıkarılmış oldu.
İşçi sınıfı devriminden (doğal olarak devrimden) kaçış ve işçi sınıfının nihai kurtuluşu yerine her tür “dışlanmışların/kimliklerin” savunuculuğunu temel alan bir politik hat, bizzat sermayenin teşvikiyle öne çıkarılmaktadır. Sermaye düzeni ana çerçeve olarak kaldığı sürece, toplumsal siyasal hareket, son tahlilde, daima burjuva sınıfa hizmet eder. Bu, özellikle devrimci dönemlerde, sermaye sınıfının egemenliğinin bir toplumsal devrimle tehdit edildiği zamanlarda çok daha geçerli ve sermaye sınıfının çıkarlarına o derece uygun hale gelir. Asıl olan, temel olan şey, yani iktidarın zor yoluyla fethi ve burjuva egemenliğin yıkılması daima gözlerden kaçırılır. Genel bir demokrasi, bir “çoğulculuk” lakırdısı alır başını gider.
Bu haliyle Türkiye ve Kürdistan sosyalist hareketinin hatırı sayılır bir kesimi büyük oranda düzene yedeklenmiş konumdadır. Devrim ve iktidar sorunundan köşe bucak kaçan, onu asla gündemine almayan bir çizgide faaliyet yürütmektedirler. Devrime inançsızlık, devrimin gerekliliğine inançsızlık, devrimin kaçınılmazlık ve zorunluluğuna inançsızlık, tüm bu hareketi boydan boya kesen ortak çizgidir.
Diğer taraftan, bir devrim hedefinden vazgeçmeyen sosyalist hareketin genelinde ise, iktidarı alabileceğine yönelik bir güven ve iddia yitimi ortaya çıkar. Tekelci sermaye sınıfı egemenliğinin her bakımdan sarsıldığı, bir çöküşle karşı karşıya kaldığı günümüzde durum budur. İktidar (ve hükümet), adeta bir tabu. Bu alan neredeyse tümden burjuvaziye terk edilmiş. Yürütülen mücadelenin hedefi somut olarak ortaya konulmuyor.
Siyasal bir parti olarak örgütlenen işçi sınıfının amacı, hiç kuşkusuz, iktidar olmaktır. Bunu hedeflemeyen bir politik hareket, var olma hakkını yitirir. Buna rağmen neden politik iktidar ve devrimci hükümet sorunu güncel politikanın temel sorunu haline getirilmiyor?
Çünkü, her adımda kitleleri burjuvaziyle uzlaştırmaya çalışan sosyal reformist parti ve örgütleri bir yana bırakırsak, koşulların devrimci karakterini gören ve kabul eden devrimci siyasal hareketler bile iktidarın bir devrimle fethedilebileceğine inanmıyorlar, güvenmiyorlar. Elbette, bilinmez bir gelecekten değil, günümüzden, günümüz pratik politikasından sözediyoruz. Yoksa, bilinmez bir geleceğe ertelemek koşuluyla, devrim ve iktidarın fethinin mümkün olduğunu kabul etmeye hazır olmayan bir tek sosyal reformist parti ya da örgüt bile bulamazsınız.
Devrimci siyasal hareketlerin temel yanılgısı, iktidarın fethi olanaklarını karşılıklı sınıf ilişkileri ve güç dengelerinde değil, kendi örgütsel yapılarının gücünde aramalarıdır. Kendi öznel güçlerinin iktidarın fethi için yeterli olmadığını düşününce iktidarın emekçi sınıflar tarafından fethedilemeyeceği sonucuna varıyorlar. Böyle düşünenler, “devrimci durum var ama iktidarı alacak bir parti yok” diyenlere Lenin'in “böyle bir parti var” yanıtından bir şey anlamamışlar.
Türkiye ve Kürdistan'da bugün tam da bu koşullardan geçiyoruz. Tekelci sermaye sınıfı egemenliği derin ve çok yönlü bir bunalım içinde. Çürüme ve çöküş burjuva toplumu her yönden sarmış. Dinci faşist iktidar çürük bir diş gibi sallanıyor; lime lime olmuş, her bakımdan dökülüyor. Bu koşullarda kitlelerin devrimci enerjisini büyük devrimci hedefler etrafında açığı çıkarabilecek nispeten küçük ama kararlı bir güç bile devrimin toplumsal güçlerini zafere taşıyabilir; iktidarı fethetmelerini sağlayabilir. Peki böyle bir güç var mı?
Yanıtımız çok net: Evet var!