Mahkemeler, rüşvetler, offshore hesaplar, milyon dolarlar, milyon avrolar, avantalar, rantlar, sıfırlanamayan milyoncuklar, gemicikler… Zarrab davası, Man adası, her tür kaçakçılık haberleri, iliğine kadar mafyalaşan bir devlet ve iktidar… Dinci-faşizm ve onun Reisini çevreleyen “hale”nin dayanılmaz kokusu yayıldıkça yayılıyor. Çürümenin boyutları korkunç. Sermaye sınıfı açısından bile taşınamayacak boyutlara ulaşmış durumda.
Çürüme ve yozlaşma, sermayenin genetik özelliğidir. Işıltılı plazalar, zarafet ve “saygınlık” tekellerin reklam yüzüdür! Doğuşundan bugüne yerküreyi kana ve her tür vahşete boğan sermayenin bizzat kendisidir. En vahşi çıkar ilişkileri onun tek gerçek özüdür. Karanlık dehlizlerinde her tür insanlık suçunu, çeteleşme, mafyalaşma kol gezer. Dinci faşizm bu iğrenç karanlık tarafın yüzeye vurmuş halinden başka birşey değil!
Mevcut iktidar piramidinin “bağırsak ortaklığı”, uzun süreli iç savaşın ve bir türlü bastırılamayan devrimin baskısı altında ve bizzat bu baskının etkisiyle çoktan iç uyumunu yitirdi, paramparça olmakta. Işlenen suçların ve yozlaşmanın belgesi olan dosyalar saçılıyor ortalığa. Çıplak gerçeklik hiçbir şeyle örtülemeyecek denli şeffaflaşıyor. Yaşanan süreç en geniş kesimlerin gözünü açıyor. Mevcut düzenin gerçek yüzünü herkes görüyor.
Bu durum sermaye egemenliği açısından da sürdürülemez hale geldi. Emperyalist tekeller açısından dinci-faşizm ve reisinin ömrü çoktan doldu. Belli bir süredir bir yenisiyle değiştirilmesi gerekiyordu. Başka koşullarda kolayca halledilebilecek bu sorun, mevcut şartlarda dört başı mamur bir “doruk bunalımı” haline gelmiş bulunuyor.
Üstüne basa basa tekrarlayalım. Mevcut durum bir “doruk bunalımı”dır. Bir burjuva iktidarın en zayıf, en dayanaksız durumunun adıdır doruk bunalımı. “Yıkmadıkça yıkılmayacak olan hükümet bunalımı” denen şey işte budur! Emekçi sınıfların darbeyi vuracakları dönem işte budur!
Gelişmeler tüm iradelerin dışında bizi bu noktaya getirdi. İşçi sınıfı örgütleri, emek örgütleri, sosyalist parti ve çevreler, devrimci güçler hala içinden geçmekte olduğumuz dönemi kavramaktan çok uzaklar. Kendi kabuğunda yaşayanlar, her tür liberal sapmalar, iktidar irade ve iddiasından uzak duranlar içinden geçmekte olduğumuz süreçle birlikte çürüyüp iyice yozlaşacaklar. Hala Atlantik ötesinden dökülecek belgelerle Reis’ten kurtulma sığlığını aşabilmiş değiller. Anti-emperyalizm adına kendini dinci faşizmin yanına yedekleyenlere hiçbir sözümüz yok. Onlar katıksız sosyal-şovenler olarak devrimin karşısında konumlanıyorlar. Ama bu tarafta, emek saflarında olup hala “tepedeki tepişmeyi” salt izleyici konumda seyretmeyle yetinen, kendi güç ve konumuna hiç güvenmeyen dostlara hatırlamak zorundayız. Kendi öznel güçlerimizin yanılsamasına düşmeksizin ileri atılmak zorundayız. İnisiyatif, girişkenlik ve kendine güven... Ya şimdi emeğin iktidarı şiarıyla sürece müdahale için harekete geçeriz, ya da bu çelişki ve çatışmanın burjuva “çözümünün” basit seyircileri olarak çok gerilere düşeriz. İnisiyatif ve girişkenlik yoksunluğu her devrim döneminin en ölümcül hastalığıdır. “Şimdi devrim zamanı!” sloganı bugün hiç olmadığı kadar güncel hale gelmiştir.