Ordu, ElBurhan şahsında, ABD özel temsilcisi Feltman ile art arda iki gün (23-24 Ekim) yapılan görüşmenin ardından 25 Ekim sabahı, Sudan’da darbe yaptı. Başbakan ve bir dizi bakan, tutuklandı. Egemenlik Konseyi ve hükümet lağvedildi.
Darbeciler, ülkedeki tüm sendika ve meslek odalarının yönetim kurullarının feshedilmesi yönünde karar çıkardı. Ardından sokak çağrısı yapan tüm grupların faaliyetlerine yasaklar getirildi. OHAL ilan edildi. İnternet kesildi. Köprüler kapatıldı. Başkent havaalanı 26-30 Ekim arasında tüm uçuşlara kapatıldı.
Darbeci ElBurhan, “Sudan ordusu, geçiş sürecinin kurucusu sıfatıyla ve ulusal sorumluluğun gereği olarak devrimin gidişatının düzeltilmesi, ülkedeki kaos ve kriz ortamının yol açtığı tehlikelerin bertaraf edilmesi için Anayasal Bildiri Anlaşması ve Silahlı Kuvvetler Yasası gereğince bu kararları aldı” açıklaması yaptı. Hatta “buna darbe demeyelim, yol düzeltmesi diyelim” kabilinden “tuhaf” konuşmalar da yaptı. Ancak onu destekleyenler dahil kimseyi inandıramadı.
Darbeye yeşil ışık yakan ABD dahil, emperyalistler de “başbakanı bırak”, “sivil hükümet iş başına dönsün” dediler. Başkakan Hamduk darbenin ertesi günü “ev hapsine” alınarak serbest bırakıldı. ABD Dışişleri Bakanı “Hamduk’un serbest bırakılmasını memnuniyetle karşıladı.”
Yine de emperyalist merkezlerden uyarıların dozu gittikçe yükseldi. ABD, yardımları dondurduğunu açıkladı. Dünya Bankası ödemeleri kesti. AB benzer açıklamalar yaptı. ABD başkan yardımcısı Harris “sivil hükümet” isterken, Beyaz Saray’dan “Hamduk’un yönetiminin yeniden işbaşına getirilmesi için darbe yönetimine etkide bulunması” maksadıyla Birleşik Arap Emirlikleri’yle görüşmeler yürütüldüğü açıklaması yapılıyordu. Ne de olsa ElBurhan-Hemedi ikilisinin baş destekçileri Körfez gericiliğiydi!
Nasıl oldu da emperyalistler darbe yönetimine gittikçe artan dozda uyarılar gönderir oldular? Biden eleştiriyor, AB emperyalizmi eleştiriyor, yardımlar kesilme tehdidi ve adımları... Neden?
Bunun tek bir açıklaması var. Sudan'da sokaklarda, işletmelerde, her alanda darbeye karşı ayaklanma var ve büyüyor. Daha darbenin ilk saatlerinden itibaren Sudan Meslek Odaları Birliği ve Özgürlük ve Değişim Güçleri darbeye karşı halkı sokaklara çağırdı. Özellikle SMOB doğrudan Sudan Komünist Partisi’nin yönetiminde. Kaldı ki darbe öncesinde de gösteriler vardı. Çağrılar sonrasında özellikle başkent Hartum ve Atbara’da güçlü protesto gösterileri ve sivil itaatsizlik eylemleri gelişti. Atbara, Sudan’ın kuzey bölgesindeki bir işçi kentidir ve Aralık Devrimi’ni ateşleyen gösterilerin çıktığı merkezdir.
Yalnızca Sudan’da değil, örneğin 30 Ekim’de hem tüm Sudan’da, hem de dünya genelinde 58 kentte darbe karşıtı gösteriler yapılıyordu. Tüm bu güçlü protestoların arkasındaki en büyük güç, Sudan KP’dir. Darbenin ilk anlarından itibaren düzenli bildirilerle işçileri, gençleri, kadınları eyleme çağırdı Komünist Partisi. İleri sürdüğü “darbeyle pazarlık yok” şiarı, ÖDG dahil sahadaki tüm ortak çatı örgütlerinin temel sloganı haline geldi.
Sudan KP başta, devrimci güçlerin çağrısı sokaklarda güçlü bir karşılık buluyor. Sermaye sınıfı için asıl korku duyulan nokta budur. Darbe, devrimin sırtını yere getirmek şöyle dursun, ateşi daha da körükleme riski taşıyor. Hamduk'un "tutulduğu" yerden apar topar evine götürülüp "ev hapsine" alınması da bundan.
Emperyalistler "sivil yönetim" derken, "Egemenlik Konseyi"nin mevcut biçiminin devamından ve lağvedilen kabinenin aynı şekilde yeniden oluşturulmasından bahsediyor. Darbenin yenilmesi ve devrimin güçlü bir ileri atılım göstermesi, Hamduk başkanlığındaki bu "sivil yönetim" talebiyle engellenmek isteniyor.
Sudan devrimi, çağdaş devrimler için bir laboratuvar görevi görecek zenginlikte. Hele bizde, kırıntı bile denemeyecek “haklar” uğruna koparılan gürültüyü düşündüğümüzde, ülkemiz politik hareketi açısından mutlaka yakından takip edilmesi gereken bir deneyim. Özellikle Sudan KP’nin, devrimin yarım bırakılmasına karşı geliştirdiği politikalar ve aldığı tutum, mutlaka dikkatle incelenmelidir.
Sudan KP, devrimin yarı yolda bırakıldığı iki yıl önceki “kırılgan uzlaşı”dan itibaren kendini asker-sivil ortaklığı “Egemenlik Konseyi”nden ve “sivil hükümet”ten ayrı tutmasını bildi. O zaman yaptığı değerlendirmede de bunun devrimi yarı yolda bırakmak anlamına geldiğini vurgulamış ve yüzünü sokaklara, halka çevireceklerini ilan etmişti. Burjuvaziyle bu “suç ortaklığına” girmeyi reddetti.
“Devrimin yarım bırakılmasına hayır” sloganı, o gün de ileri sürdüğü sloganlardan biriydi. Bugünlerde yayımladığı bildirilerde de sık sık bu sloganı kullanıyor. Daha ileri adımlar atılması (“vites yükseltme”) çağrısını yineliyor.
Dahası, her kritik noktada yüzünü doğrudan işçilere, emekçilere dönüyor parti, ve çağrısını onlara yapıyor. Sermayeden ödünler koparma adına pazarlıklara girişmeye değil, devrimin (bunun bir halk devrimi olduğu tespitini yaparak) kesin zaferi için halkı greve, gösterilere, sivil itaatsizliğe, sokaklara çağırıyor. Hedef, kesin olarak devrimin zaferidir. Bu yolda ilerlerken elde edilecek her tür ödün (yani reformlar), “büyük alacağın ilk taksitleri” olarak cebe atılacaktır elbette. Ama hedef, bu ödünler değil, devrimin başarısıdır; tam demokrasidir, halkın egemenliğidir.
Partinin tüm bildirileri bu netlikte. Büyük bir güvenle haykırıyor Sudan’lı yoldaşlar: “Devrim sürüyor ve zafer kesindir!”
(Bir de bizdeki hakim uzlaşmacılığı, “politika yapmak” adına kırıntı peşinde koşmayı meslek edinenleri düşünün!)
Devrimci politika geliştirmek isteyen tüm güçlerin Sudan’lı yoldaşlardan ve Sudan devriminden öğrenecek çok şeyleri var.