Yeni yıl kutlamaları günler öncesinden "yasaklandı". Fakat yasaklamanın gerekçesi olan "güvenlik sebebi ile" ibaresine toplumdan kimsecikler kanmayınca, bu ibare açık bir tehdide dönüştürüldü. Adeta canını seven meydanlardaki kutlamalara katılmasın demeye getirildi. Hatta bir kaç kez denildi de. İnsanlara Ankara Gar ve İstanbul Boğazı'nda bir besleme tosuncuk eliyle yaptırdıkları katliamlar ve tehditlere bu defa farklı türden bir meydan okumayla karşılık verdi. Üstelik mikrofonlar kime uzatılırsa uzatılsın söylenenlerden hiç de dinci faşizmin hoşuna gidecek sözler değildi.
Ayağının altındaki toprakların sarsıldığının farkında olan dinci-faşizm hiç bir şeyi şansa bırakmıyor. Onlar, "Yılbaşında eğlenen insanlar mı bizi devirecek" diye düşünmezler. Tersine şimdiye kadar neler yaptıklarının gayet farkındalar ve bu yaptıklarının toplumda nasıl bir öfke yarattığının da bilincindeler. Bu nedenle de önce güvenlik bahanesi ile harekete geçtiler. Baktılar olmuyor bu defa açıktan "yasaklama"ya başladılar. Hiç bir biçimde insanların sokağa çıkmasını istemiyorlar. Korkuyorlar. İnsanların can güvenliği için değil, kendi güvenlikleri için korkuyorlar. Çünkü sokağın onlara her an yıkıcı bir şekilde yöneleceğini biliyor, bu potansiyelin var olduğunu görüyorlar. Kendi beslemeleri dışında sokağa kimsenin çıkmasını istemiyorlar. Her türlü bahaneyle sokaklar emekçilere yasaklanırken gerici güruhlara her fırsatta "Sokağa çıkın" çağrıları yapıyorlar.
Kitleler politikleştiği için ne üstü örtük tehditlere ne de yasaklamalara prim verdi. Bir karşı koyuş biçiminde sokağa indiler. Aslında bu yeni yıl kutlamalarına has bir tavır değil. Emekçiler bunu çeşitli kereler yine yapmıştı. Ancak yeni yıl kutlaması gibi bir günde bunu ilk defa yapıtlar. Hiçbir siyasal özelliği olmayan yılbaşı kitleler ile iktidar arasında bir inatlaşmaya dönüştü. Fakat bu inatlaşma 1 Mayıs, 8 Mart ve ya Newroz gibi tarihi anlamı olan günlerde değil, yılbaşında oldu. "Kutlayacağız", "Kutlattırmayacağız" restleşmesi son ana kadar sürdü. Kitleler kararlı davrandı, örneğin Taksim Meydanı "yasaklı" olmasına rağmen oraya girdiler. İstanbul'da kutlama yapılmasın diye resmi rakamlara göre 40 bin polis görev yapıyordu. Bu bir koruma önlemi değil, bir sıkıyönetim uygulamasıdır. Panzerler, bariyerler, her sokağı kesen polis barikatları halkı korumak için değil, korkutmak içindi. Yine de Taksim başta olmak üzere bir çok meydana girildi. Son kertede dinci-faşizm çatışmayı göze alamadı ve sahadan 40 bin polisine rağmen yenik ayrılan taraf oldu. Üstelik bir tek gaz bombası bile atamadan.
Burada burjuvazinin bir kesimi ve küçük burjuva sol hareketlerin uzun bir dönemden beridir ağızlarından düşürmedikleri bir konunun daha altını çizmek gerekiyor. "Mevcut yaşam biçimine müdahale". Eğer bu söz sadece dinci-faşizmin insanların yaşam biçimine karşı gerici müdahalesi anlamında kullanılsaydı amenna. Çünkü böyle bir müdahale var. Ancak sadece bu anlamda kullanılmıyor. Kitlelerin buna karşı koyuşu sadece yaşam biçimini korumayla sınırlı değil aslında. Bunun çok daha ilerisine geçmektedir. Burjuvazi ve küçük burjuva çevreler kitlelerin sadece "mevcut yaşam biçimini korumaya” çalıştığını söylüyor, hatta bunu empoze etmeye çalışıyor. Fakat emekçiler, "mevcut yaşam biçiminin" de korunacak çok da bir özelliği olmadığının bilincindeler. Bu yüzden de kendilerini "mevcut yaşam biçimini" korumakla sınırlandırmamış, karşıtıyla her fırsatta bir hesaplaşmaya girmiştir. Karşıtına zerre kadar tahammülü olmadığını göstermeyi bir an bile ihmal etmemiştir. Onunla bir arada yaşayamayacağının farkında olan emekçiler bu karşı devrimci şürekadan kurtulmakla kalmayacak daha ileri gider ve daha güzel bir toplumsal sistemi kurmaya başlayacaklar.
Kitle hareketinin sonuçları, kitlenin politik siyasal bilincinden daha ileri sonuçlara yol açar. Kitleler, kendi karşıtlarına yöneldiklerinde, mevcut kazanımlarını korumakla kalmazlar, aynı zamanda ileriye doğru sosyal bir yönelimi de başlatırlar. Bu sosyal hareket tarafından birinin tam anlamıyla mahvolmasına dek sürer. Devrimci durum koşullarının olduğu ülkelerde bunun örnekleri mevcuttur. En meşhur örneği de bilindiği üzere 1905 Rus Devrimidir. Çar'a yakarışa giden işçilerle başlayan hareket 1917 şanlı Ekim'in önünü açmıştır.
Yeni yıl kutlamalarında "eski neşenin" olmamasına gelince. Elbette karamsarlıktan değil, insanların her şeyin bilincinde olmasından kaynaklıdır. Emekçiler 2017 yılını güle oynaya geçirmediler ve yeni başlayan yılı da böyle geçirmeyeceklerinin farkında. Kitlelerin meydanlara inmesi, yılbaşı kutlamalarına katılmaları bir karnavala katılma isteğinden çok kendilerine verilen gözdağına karşı "korkmuyoruz", tehditlerine karşı "meydan okuyoruz" yasaklamalara karşı "işte buradayız, yasakla da görelim" şeklinde değerlendirilmeli; doğrusu budur.
Emekçi kitlelerin hareketi kendiliğinden ve örgütsüz olmasına rağmen yönelimi devrimci içeriklidir. Yeni yıl kutlamalarında eğer bir tek gaz bombası atılsaydı, durum şu an çok farklı olurdu. Artık her şey bıçak sırtındadır. Gerisi sadece bir vesileye bağlıdır. Bu nedenle emekçilerin içindeki örgütlülüğünü Leninist Parti arttırmak zorunda hem de ivedilikle. Devrim hiçbirimizi beklemeyecektir, tek şansımız ona örgütsel olarak hazır olmaktır.
Yeni yıl dipten gelen dalgaların kıyıları ilk dövüşü değildi. Hatta en güçlülerinden de değildi. Fakat her şeyi çok net gösteriyordu. Son bir dalganın gelmekte olduğunu. Bu gelen kesinlikle en yıkıcı olanıdır. Yani 2018'den gerçekten umutlu olmalıyız.