III- Kırılma Noktası
Buradan, burjuvazinin devleti tümden ele geçirdiği ve her şeye hâkim olduğu sonucu çıkarılamaz elbette. Bu, yılları alan bir süreçti. Ancak bu sürecin ilk pratik etkileri ortaya çıkmaya başlamıştı. Bununla birlikte Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) 90'lı yılların sonlarına kadar Lübnan-Suriye hattında varlığını korudu ve KÖH'ün önderliği Suriye-Şam'da kalmaya devam etti. Hafız Esad iktidarı, Türkiye'nin, gerici Arap devletlerinin ve emperyalistlerin tüm baskı ve ısrarlarına rağmen KÖH önderliğini 1998 yılının sonlarına kadar Suriye-Şam'dan çıkarmadı.
Burada, küçük burjuva iktidarların zamanla nasıl bir değişim geçirdiklerine dikkat çekmek yerinde olacak. Sadece Suriye'de değil, söz konusu oldukları her ülkede küçük burjuva iktidarlar zamanla değişim göstererek burjuva iktidarlara dönüşmüşlerdir. Çünkü küçük burjuvazinin kendisi, proletarya ile burjuvazi arasında yer alan ara bir sınıf olarak kalıcı değil, geçici bir sınıftır. Kapitalist üretim ilişkileri içinde bu ara sınıfın büyük bir kesimi proleter katlara düşerken, küçük bir kesimi ise palazlanarak burjuva katına yükselir. Sınıf ilişkilerindeki bu değişimin iktidara yansıması kaçınılmaz bir gelişmedir. Bu gerçeklik, bağımsızlık mücadelesini anti-emperyalist mücadeleyle sınırlayıp onu anti-kapitalist noktaya kadar götürmeden bırakmanın zaferi ne kadar kırılgan hale getirdiğini gösteriyor. Çağımızda herhangi bir “ulusal” burjuva gücün bu niteliğini koruyarak varlığını sürdürmesi artık mümkün değil.
BAAS iktidarında en önemli kırılmalardan biri 1998 Ekim ayında meydana geldi. Türkiye'nin savaş tehdidi sonucu, Hüsnü Mübarek'in de devreye girmesiyle savaş tehdidinin ciddiyetini gören Hafız Esad, KÖH lideri Öcalan'dan Suriye'yi terk etmesini istemek zorunda kaldı. Savaş tehdidi ciddiye alındı, zira Türkiye, bu tehdidi NATO, ABD, siyonist İsrail ve Britanya emperyalizmine dayanarak yapmıştı. Hüsnü Mübarek'in devreye girişi de bunu ifade ediyordu zaten. KÖH lideri Öcalan 9 Ekim 1998'de Suriye'yi terk etti, arkasından Kenya'nın başkenti Nairobi'de CIA-Mossad ikilisi tarafından 19 Şubat 1999'da tutsak edildi. KÖH liderinin tutsak edilmesinin NATO, ABD, Siyonist İsrail'in eseri olduğu açıktı. Dönemin Türk Başbakanı Ecevit bile “ABD, Öcalan'ı bize niye verdi anlamış değilim” sözleriyle durumun farkında olmadığını itiraf etti.
BAAS iktidarı içindeki emperyalizm yanlıları belli ki, bir “ağırlıktan” kurtulmuşlardı. Hiç zaman kaybetmeden 20 Ekim 1998'de Türkiye ile “Adana Mutabakatı” imzalandı. Suriye, devrimci güçlere kapısını kapatmıştı artık. Çok geçmeden Suriye güvenlik güçleri sınırdan Türkiye tarafına geçmek isteyen beş Kürt devrimciyi yakalayıp Türkiye'ye teslim etti. Böylece, devrimci güçlere ev sahipliği yapıp faşizmden koruyan Suriye, devrimcileri yakalayıp faşizme teslim eden Suriye'ye dönüşmüş oldu.
KÖH lideri Öcalan'ın tutsak edilmesi, NATO-ABD-İsrail üçgeninin plan ve çabaları sonucu gerçekleşti; bu konuda herhangi bir tartışma yok. KÖH'ne vurulan bu büyük darbenin yanı sıra, 90'lı yılların iç savaş biçiminde geçen büyük devrimci kalkışmasına karşı Türkiye en büyük desteği ABD ve Almanya başta olmak üzere NATO'dan alıyordu. 1990'lı yıllarda özel olarak KÖH ve Kürdistan devriminden, genel olarak Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminden faşist devleti kurtaran işte bu emperyalist güçler oldu. ABD'nin Ortadoğu'daki (Batı Asya) en büyük amaçlarından biri, KÖH'ü ve Birleşik Devrimi tasfiye etmekti; bu, halen de böyle.
Birinci Trump döneminin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Trump'la birlikte yönetimden ayrıldıktan sonra 2021'de Deutsche Welle ile yaptığı bir röportajda ABD'nin bu konuya ilişkin politikalarını özetliyordu:
Gazeteci soruyor:
“Türkiye'den en üst düzeyde ABD'ye çok ciddi suçlamalar yöneltildi. Açıkça sorayım: ABD, PKK'yı destekliyor mu? SDG'ye verdiği destekle Suriye'de PKK'nın bir devlet kurmasının yolunu mu açıyor?” Bu sorunun sosyal şovenlerdeki karşılığı “evet”tir. Ama ABD temsilcisi J. Jeffrey, biraz da kızgınlıkla şöyle diyor:
“Bir dakika, burada bir durun… ABD'nin, PKK'ya bir terör örgütü olarak muamele etmesinin, çok uzun bir geçmişi, bir tarihi var. Türkiye Cumhuriyeti'nin PKK ile mücadelesine, ABD'nin büyük bir bölümü gizli olarak sınıflandırılmış, çok ciddi ve kapsamlı bir desteği söz konusu. Bu mücadelede ABD, Türkiye Cumhuriyeti'nin tarafındadır, bunda şüphe yok.”
Ama bundan şüphe edenler var. Ulusal sorunda, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı mücadelesinde Kürt halkını değil, Türk devletini dolaylı biçimde destekleyen sosyal şoven parti ve örgütler “şüphe ediyor” ve ABD'nin Türkiye tarafında değil, KÖH tarafında olduğu propagandasını yapıyorlardı.
James Jeffrey'nin “değerli” itiraflarını aktarmakta yarar var. ABD'nin bu kan emici temsilcisi, PKK'ye ilişkin politikalarını bir başka yerde anlatırken şöyle diyor:
“PKK kadrosunun Suriye'den çıktığını görmek istiyoruz. Bu, Türkiye ile Suriye'nin kuzeydoğusunda var olan gerginliğin temel nedeni. Biz bu gerginliği azaltmak istiyoruz. Çünkü kuzeydoğu dışındaki tüm bölgelerde Türkiye ile çok yakın koordinasyon içinde çalışıyoruz. Kuzeydoğuda bile dediğim gibi Türkiye ile askerî açıdan bir anlaşmamız var”
Evet, Rojava'da bile Türkiye ile askerî açıdan bir anlaşmaları var. Elbette gizli anlaşma. James Jeffrey'nin itiraf ve açıklamalarına ileride tekrar döneceğiz.
Gerçek somut olgular böyleyken, sosyal şoven parti ve örgütlerin -ki bunların başında TKP geliyor- “ABD KÖH'ü destekliyor; Kürtçüler ABD'ci” biçiminde yaptıkları propaganda ne büyük bir aldatmacadır ve Türk devletine ne büyük destek! Gerçek şu ki, ABD ve AB emperyalistleri Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin, dolayısıyla KÖH'ün tasfiyesini isteyen en büyük düşmanlardır. Tersini düşünmek emperyalizmi tanımamaktır. Emperyalizm, halkların özgürlüğü için değil, kendi kaderini tayin hakkı için değil, halkların köleliği için çalışır. Dünya uluslarını ezen ve ezilen uluslar şeklinde ayırmak emperyalizmin temel karakteristik çizgisidir. Emperyalizm; emperyalist mali sermaye özgürlük değil, egemenlik peşinde koşar. Kürdistan sorununa bakışta yolumuzu aydınlatacak olan şey işte bu devrimci teoridir. Ama sosyal şovenler için devrimci teori yolu her zaman aydınlatan bir ışık değil, ara sıra kullanılacak bir cep feneridir.