Dünyayı büyük ve yıkıcı bir savaş korkusuna sokan ve günler boyu süren tehdit, hakaret, bağrış çağırıştan sonra emperyalist saldırı nihayet gerçekleşti. ABD ve onun iki fino köpeğine dönüşmüş haldeki Fransa ve İngiltere Suriye’ye füzelerle saldırdılar.
Ama ne saldırı! Bizim dinci-faşistlerimizin dahi “içini serinletmeyen” bir saldırı. Belli ki, emperyalistler eli mahkum, bu saldırıyı yapmak zorundaydılar. Çünkü ortalığı velveleye veren bu kadar büyük gıdaklamalardan sonra hiç yumurtlamamak olmazdı. Yoksa “karizma” fena çizilirdi. Rusya da onları anlıyordu. Davul-zurnayla duyurdukları saldırıyı “sert şekilde kınayıp” işine bakacaktı.
Bu arada Sovyetler Birliği’nden kalma Suriye hava savunması da test edilmiş oldu. Rusya, “bizim hava savunma sistemimiz devreye girmedi” açıklamasıyla hem emperyalistleri belirsizlik içinde bıraktı, hem de “yumuşama” mesajı vermiş oldu. S-400’lerin kabiliyeti emperyalistler için belirsiz kalmaya devam etti.
Bundan sonra Suriye-Rusya ve İran, “nerde kalmıştık” diyerek yollarına, yani dinci-faşistleri Suriye topraklarından temizlemeye devam edecekler. Emperyalistlerle birlikte Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail gibi gerici-faşist devletlerin zorluk çıkarmaktan başka ellerinden bir şey gelmiyor. Süreç, zorluklara rağmen saldırı öncesi nasıl gidiyor idiyse, saldırıdan sonra da aynı şekilde devam edecek.
Saldırı hiç mi bir şey değiştirmedi? Elbette değiştirdi. Emperyalistlerin Suriye’ye müdahale güçlerinin olmadığını ortaya koydu. Sahadaki dinci-faşist tosuncuklar hayal kırıklığı ve moral bozukluğu içine girdi. Türkiye “daha fazlası gerekli” biçimindeki açıklamasıyla tıynetini ortaya koymakla kaldı. Emperyalistlerin daha fazlasını yapacak mecallerinin olmadığı ortaya çıktı. Suriye-Rusya-İran üçlüsü, dinci-faşist katil sürülerinin üzerine bundan sonra çok daha kararlılıkla ve hızla gidecekler.
Son saldırı, Suriye savaşında bir aşamayı, bir kırılmayı ifade eder mi? Evet eder ama kimi emperyalist muhiplerinin sandığı gibi, emperyalistlerin, gerici-faşist devletlerin ve dinci katil sürülerinin kazanması yönünde değil, tam tersine, kaybetmeleri yönünde bir kırılmayı ifade edecek. Saldırı, emperyalistlerin ve sahadaki kiralık katillerinin kapasitelerinin sınırlı olduğunu net biçimde ortaya koydu.
Şimdi akıllardaki soruya gelebiliriz: “Dünya savaşı tehlikesi geçti mi?” Sorunun yanıtına bir düzeltmeye başlayalım. Dünya savaşı, yani Üçüncü Dünya Savaşı gerçekte çoktan başlamış ve halen sürüyor. Bu nedenle, bir “Dünya Savaşı”nın başlamasından değil, bu savaşın devletler arası topyekün bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğinden söz etmek gerek. İşin doğrusu budur.
Önce bir kaç temel noktanın altını çizelim: Birincisi, bu dünya savaşının öncekilerden farkı, bunun emperyalistler arası bir paylaşım savaşı olmayıp, emperyalist-kapitalist dünya ile dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları arasında süren bir savaş olmasıdır. Sırası gelmişken, “gördüğü her elifi mertek sanan”, emperyalistler karıştığı her savaşı “paylaşım savaşı” olarak değerlendiren sol/sosyalistler çevrelere söyleyeceğimiz şudur: Her savaşı kendi özgül tarihsel koşulları içinde değerlendirmelisiniz. “Her Elifi Mertek Sanmayın”.
İkincisi, bu savaş, yükselen ve güçlenen emperyalist bir devletin diğer emperyalist devletlere karşı dünya pazarından daha büyük pay kapma -I.Dünya emperyalist paylaşım savaşında Almanya’nın durumunda olduğu gibi- amacıyla başlatılan bir savaş değil.
Üçüncüsü, bu savaş, başta ABD olmak üzere, İngiliz, Fransız vb emperyalistlerin çökmeye başlayan hegemonyalarını ayakta tutma savaşıdır.
Dördüncüsü, sürmekte olan savaşın özünü doğru kavramak için, a) NATO’nun yüzyılımızın “ayaklanmalar yüzyılı” olacağı tespitini; b) Dünya tarihinin, öz olarak, kapitalizmden komünizme sıçramalı geçiş dönemi biçiminde tanımlayabileceğimiz bir “yeni evre”ye girdiğini; c) tarihsel ve fiziksel sınırlarına gelip dayanmış olan emperyalist-kapitalist sistemin, kapitalist üretim biçiminin derin, kalıcı ve yıkıcı bir bunalımın içinde olduğunu akılda tutmak gerekiyor.
Buradan şu basit ama son derece önemli sonuç çıkar: Kapitalist üretim biçimin egemen olduğu koca bir tarihsel çağ kapanıyor. Koca bir eski dünya yıkılıyor ve çağımızın devrimci güçleri bu eski dünyayı tarih sahnesinden inmeye zorluyor. Bunun kolay, barışçıl biçimde, kendiliğinden ve hemen olacağı hayaline kapılmamak lazım. Aksine, eski dünya, güncel anlamıyla, emperyalist-kapitalist dünya insanlığa büyük acılar çektirmeden tarih sahnesinden çekilmeyeceğini günlük eylemleriyle ortaya koyuyor.
Bu nedenle, son saldırıdan önce, topyekün bir savaş endişesi ne kadar aşırı karamsarlık ise, bundan sonra emperyalistlerin insanlığı büyük bir yıkım savaşına sürüklemeyeceklerini düşünmek de bir o kadar aşırı ve tehlikeli iyimserlik olur. Topyekün, devletler arası bir savaş tehlikesi sürüyor. Emperyalistlerin bir kan denizi yaratacakları, neredeyse kesin. Ama bu ne kadar kesin ise, bu kan denizinin ufkundan kızıl bir güneşin doğacağı da bir o kadar kesin.
Bundan yaklaşık yüzelli yıl öncesinde Marx, kapitalist toplumda kredi sistemini ve hisse senetli şirketleri incelerken yeni toplumun ilk filizlerini bize şöyle göstermişti:
“Kredi sisteminin özünde yatan iki karakteristiğinden birisi, kapitalist üretimin itici gücü olan, başkalarının emeğinin sömürülmesi yoluyla zenginleşmeyi, en katıksız ve en dev boyutlara ulaşmış bir kumar ve sahtekarlık sistemi halini alıncaya kadar geliştirmek ve toplumsal serveti sömüren azınlığın sayısını gitgide azaltmak, diğeri de, yeni bir üretim tarzına geçiş biçimini oluşturmaktır.”
İşte şimdi o noktadayız; mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirileceği, yeni üretim tarzına, yeni toplum biçimine geçiş aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Bunca saldırganlık, bunca tehdit bu yüzden. Ne yazık, yeni toplumun doğumu acısız ve kansız olmayacak.