Fransa’nın alt tabakalarının akaryakıt zammına karşı isyanı genişliyor, yayılıyor ve yeni bir niteliğe doğru evriliyor.
“Sarı Yelekler”in hareketi olarak başlayan kitle eylemi, kimsenin, belki de eylemi başlatanların dahi önceden düşünemedikleri, hayal etmedikleri boyutlara varıyor. Eylem önce, proletaryadan bir tık üstte, burjuvaziden fersah fersah altta olan toplumsal kesimlerin yol kesme, protesto hareketi olarak, kendiliğinden, örgütsüz, lidersiz, sosyal medya üzerinden yapılan çağrılarla başladı.
Fakat eylem, giderek güçlendi, gevşek de olsa bir örgütlülüğe kavuştu, oldukça geri de olsa taleplerini formüle ettiler ve bir gövde gibi hareket etmeye başladılar. Eylemin başında ileri sürülen taleplerin geri olmasının bir önemi yok. En büyük ayaklanmaların, dünya tarihini değiştiren devrimlerin bile başlangıçta oldukça geri, naif taleplerle başlayabildiklerini biliyoruz. 1905 Rus Devrimi, 1917 Büyük Ekim Devrimi, hatta 1789 Fransız devrimi işte böyle geri ama emekçi sınıflar için yakıcı taleplerle, “ekmek istiyoruz” talebiyle kıvılcım alan devrimlerdi.
Bu isyan ya da ayaklanma bir devrime dönüşür mü; bilmiyoruz. Ancak şunu biliyoruz: İsyancıların ya da ayaklanmacıların “Eylem kapısından girerken sahip oldukları düşünce ve taleplerle eylem sürecinde üstlenecekleri görevlerin uyuşmazlığı, tekellerin boyunduruğuna genel isyana dönüşmek zorunda kalacaktır.” Biz, bu satırları hareketin henüz başladığı ilk zamanda, henüz kimsenin bu hareketin yönü hakkında bir fikir sahibi olmadığı günlerde yazmıştık ve yaşam tam da düşündüğümüz gibi akmaya başladı.
Akaryakıta getirilecek zamlara karşı yol kesmelerle başlayan hareket, bir yandan öğrencileri, devlet memurlarının bir kısmını hatta köylüleri harekete geçiren isyan boyutuna geçirirken diğer yandan da taleplerinde politik bir sıçrama yaparak “Macron istifa” noktasına gelmiş bulunuyor. Tıpkı, basit taleplerle başlayan Mısır ya da Tunus’taki hareketlerin devlet başkanlarını deviren birer halk devrimine dönüşmeleri gibi..
Hareket, aslında buna isyan da denilebilir, şimdiden Fransız hükümetini sarsmaya başladı. Macron, akaryakıt zamlarını geri aldığını söyleyerek geri adım attı. Ama bu geri adım, hareketi tavsatmak bir yana daha de genişletti. Zengin bir sınıf savaşı deneyimine sahip Fransız halkı, hükümetin geri adımına, “kırıntı değil, ekmeğin kendisini istiyoruz” sözleriyle yanıt verdi. Sorun akaryakıt zamlarını protestoyu aştı. Eylemciler şimdi anti-kapitalist sloganlar atıyor ve devrimden söz ediyorlar.
Bu ayaklanma nereye evrilir, bu konuda şimdiden söylenecek her söz bir tahmin, bir spekülasyon olmanın ötesine gitmez. Ancak şunu gördük ve biliyoruz: Hareketin kökleri çok derinlerde ve sağlam. Hareketin kendiliğinden bu noktaya gelmiş olması, yayılması, derinlik ve genişlik kazanması bu sağlam kökler sayesindedir.
“Avrupa Diken Üstünde”. “Sarı Yelekliler” hareketi başlar başlamaz, burjuva basın işte bu başlığı atmıştı. Eylemlerin yayılmasından korkuyorlardı; korktukları başlarına geldi. Eylemler şimdiden Belçika’ya ve hiç beklenmedik yere, Irak’ın Basra kentine sıçradı. Dünya emekçi sınıfları birbirinden öğreniyor, örnek alıyor, açılan yoldan ilerlemeye çalışıyor. Şimdi dünya burjuvazisi, nefesleri tutmuş, eylemlerin öteki Avrupa ülkelerine yayılıp yayılmayacağını gözlüyor.
Korku yersiz mi? Kesinlikle değil. Kapitalist sömürü, sadece bağımlı ülkelerin emekçi sınıflarını değil ama emperyalist ülkelerin işçi sınıflarını ve emekçilerini de derin bir yoksulluk içine sürüklemiş durumda. Avrupa ülkelerinin ezici çoğunluğunda artık bir işçinin tek başına çalışarak kendisinin ve ailesinin (bu aile üç kişilik de olsa) geçimini sağlaması mümkün değil. Ve dahası, en küçük bir talihsizlik, hastalık, kaza, kötü ürün gibi işlerin ters gidişi, Avrupalı emekçiyi mutlak bir açlığa sürükleyecek koşullar var şimdi. Avrupalı emperyalistlerin, Sovyetler Birliği ve sosyalist sisteme duyulan sempatinin önünü kesmek için kendi emekçilerine verdikleri “rüşvet” koşulları ortadan kalkalı çok oldu. İtalya, Fransa, İspanya bunların başında geliyor. Bu ülkelerde ortalama bir işçi emeklisi emekli aylığıyla artık kendi yaşamını sürdüremez noktadadır; mutlaka bir yerlerden yardım almak zorundadır.
Avrupalı emperyalistler dünyanın kanını emerek semirdiler ve semirdikçe Avrupa emekçi sınıflarını daha derin bir sefalete ittiler. Bu, kapitalist üretim biçiminin bir doğa yasası katılığında işleyen yasasıdır. Durum tam da Marx’ın yüzelli yıl önce işaret ettiği gibi, “sermaye birikimi oranında, aldığı ücret ister yüksek, ister düşük olsun, emekçinin yazgısı daha da beter olacaktır.” Öyle de oldu. Çünkü, “sermaye, birikimine tekabül eden bir sefalet birikimi yaratır. Bu yüzden, bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi emeğinin ürününü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, bilisizliğin, zalimliğin, akli yozlaşmanın birikimi ile aynı anda olur.”
Sermaye birikiminin dev boyutlara ulaştığı Avrupa’da bu yüzden en ufak bir kıvılcım ortalığı tutuşturmaya yetmekte; bu yüzden en ufak bir kıvılcım karşısında Avrupalı kapitalistler derin bir korku ve endişeye kapılmaktalar.
Fransa’da orta ve ortanın altındaki kesimlerin, tabakaların başlattığı hareket daha da derinleşerek bir devrime dönüşür mü; bilemeyiz. Ancak şunu biliyoruz: Devrim giderek birbirine yakınlaşan binlerce, onbinlerce olayın, çatışmanın, çarpışmanın, isyan ve ayaklanmanın bir bileşkesi olarak doğar. Bu sayısız eylem, olay, çatışma, çarpışma, isyan ve ayaklanma başta zaman ve mekan olarak birbirinden yalıtık biçimde ortaya çıkabilirler hatta çıkarlar. Fakat zamanla birbirine yakınlaşarak, ortaya çıkışları sıklaşarak, yoğunlaşarak, üst üst binerek ve sonuçta bir noktada birleşerek tek bir hedefe yönelen bir bileşkeye; burjuva egemenliği, kapitalist üretim biçimini yıkacak bir devrime dönüşürler.
Fransa’da başlamış bulunan devrimci kitle hareketi, hükümeti devirsin ya da devirmeden, küçük zaferler kazanarak -ki şimdiden hükümete geri adım attırarak bunu başarmış bulunuyor- geri çekilsin, önemi yok. Çünkü hareket daha şimdiden Fransız kapitalizmini, burjuva sınıf egemenliğini yerle bir edecek toplumsal devrime dev bir itilim sağlamış bulunuyor.
Fransız proletaryası, konformizm/parlamentarizm batağında tüm devrimci coşku ve heyecanını yitirmiş olan Fransız Komünist Partisi ve onun yönetimindeki sendikaların etkisiyle, başlangıçta harekete kayıtsız kaldı. FKP ve yönetimindeki sendikalar ilerleyen günlerde sıcak koltuklarından kalkıp destek açıklaması yapınca hareket işçiler, öğrenciler ve devlet memurlarının bir kısmı tarafından desteklenmeye başladı.
Bu hareketten alınacak en önemli derslerden biri, komünistlerin hiç bir toplumsal olayı küçümsememeleri; en ufak bir toplumsal olayın bile bozkırı tutuşturacak bir kıvılcıma dönüşebileceğini hesaba katarak hazırlık yapmak, olayın içinde yer almak ve onu genişletip derinleştirmek için büyük bir enerjiyle mücadele etmektir.
Fransa’da hareket 17 Kasım’da başladı. Ondan bir gün önce Macron ve hempaları, yirmi dört saat sonra bir kabusa uyanacaklarını asla düşünmemişlerdi. Bunun tek açıklaması, Fransa’nın bile tutuşmaya hazır bir bozkıra dönüşmüş olduğudur. Sermaye sınıfı egemenliğine ve kapitalizme güven duygularıyla dolu sosyal reformistler bu durumdan ders çıkarırlar mı?
Sanmıyoruz.