< < MENBİÇ KAPANI

Bir gece ansızın gelebiliriz” lümpen üslubuyla özetlenen bir politikanın Türkiye’yi getirdiği nokta, geri dönüşü olmayan bir savaş yoludur. Savaş son anda önlenebilir mi, önlenemez mi ayrı bir konu, ama tarafların silahlarını yağladıkları, bakımlarını tamamladıkları, mevzilerine girip savaş pozisyonu aldıkları kesin.

Manzara hakkında kabaca da olsa bir fikir edinebilmek için, Türkiye’nin Hatay-Kilis hattına; Rojava’nın Türkiye’nin işgali altındaki topraklarına ve Suriye’nin kuzeye çıkan tüm anayollarına bakmak yeterli olacak. Fotoğraflar, videolar, her türlü görsel medya aracı, bu belittiğimiz güzergahlarda sürekli bir askeri sevkiyatını; birbiriyle savaşmak için yığınak yapan iki ordunun gittikçe birbirine yaklaştığını gösteriyor. Tıpkı çarpışmak için birbirine doğru son hızla ilerleyen iki tren gibi.

Suriye, topraklarının her tarafından ordu birliklerini ağır silahlarla Menbiç’e sevkediyor. Menbiç’e yönelim, ABD’nin Suriye’den çekilme kararı ve oradaki varlığını Türkiye üzerinden sürdürme politikasını ortaya koymasıyla başladı. Türkiye’nin olası bir işgal harekatına karşı koymak için askeri birliklerini kuzeye kaydırmaya başladı. Yedi yıllık savaşta fazlasıyla tecrübe edinmiş 106. piyade tugayı, Menbiç cephesine gönderilen birlikler arasında.

YPG’nin Suriye ordusuna yaptığı “Menbiç’i koruyun” çağrısından sonra askeri sevkiyat arttı. Suriye Ordusu, bütün işgalcilerin yenileceğini ve tüm sınırların korunacağını ilan etti. Bunun anlamı açık: Suriye kara savaşına dörtbaşı mamur bir hazırlık yapıyor.

YPG bahanesiyle Menbiç’i işgal etme hevesini gizleme ihtiyacı dahi duymayan dinci faşist iktidar ve faşist devlet, ABD’nin çekilme kararını, Suriye topraklarını işgal ve ilhak için kendisine yakılmış “yeşil ışık” olarak kabul etti.

İşareti doğru anlamıştı. Trump, bunu, “Türkiye dahil diğer bölge ülkeleri (IŞİD’den) geriye kalanları kolayca halledebilmeli” sözleriyle İŞİD’e karşı savaşı Türkiye’ye ihale kılıfıyla yutturmaya çalıştı. İşin gerçeği, dinci faşist iktidarın anladığı gibiydi; yani Rojava topraklarının işgal ve ilhakına ABD yeşil ışık yakmıştı.

Bu işaretle birlikte, her şeyin geçmişteki işgallerde olduğu gibi cereyan edeceğini sanan dar kafalı dinci faşist iktidar ve faşist devletin tepesindekiler, aylardır parça parça yaptıkları savaş hazırlıklarını, Trump’ın açıklamasıyla birlikte, hızlandırdılar. Onbinden fazla dinci faşist çeteyi Menbiç’in yanıbaşına taşıdılar. Hatay-Kilis hattından Menbiç’e doğru tank, top, zırhlı araç ve asker taşıyan konvoy sayısı son günlerde olağanüstü arttı.

Bu askeri hazırlığa dinci faşist iktidarın başı ve faşist devletin açıklamaları açıklamaları eşlik etti. Meydan okumalar, katliamcı uslüp, dinci faşist kitleyi motive etmek için kullandıkları dil hem içeride hem de dışarıda savaşın kaçınılmaz olduğu havası yarattı. Dinci faşist iktidar ve devlet, kendi diliyle, elini kolunu bağladı ve dönüşü olmayan bir savaş yoluna girdi.

Tam bu noktada, YPG, dinci faşist iktidarın ve onun başının beklemediği bir manevra yaparak, Suriye ordusunu, “sınırlarını ve başta Menbiç olmak üzere, çekileceği yerleri korumak için” çağırdı. Bu çağrı, girdiği savaş yolunda faşist devletin karşısına aşılmaz bir duvar gibi dikildi. Suriye ordusu, çağrıya olumlu yanıt verip Menbiç çevresinde mevzilenmeye başlayınca faşist devlet ve dinci faşist çeteleri karşılarında YPG ile birlikte Suriye ordusunu buldular.

Ama Suriye ordusu, Rusya demekti, İran demekti. Rusya, YPG ile Suriye ordusu arasında varılan anlaşma ya da Menbiç mutabakatını “memnuniyetle” karşıladı ve tüm Suriye topraklarının “meşru Suriye hükümeti”nin denetiminde olması gerektiğine vurgu yaptı. Yani hem mesajın anlamı, hem de adresi açıktı: ABD çekileceğini açıkladığına göre adres Türkiye idi ve işgal ettiği topraklardan çekilmesi isteniyordu. Aslında Rusya’nın bu tutumu yeni değil. Ama son gelişmelerle birlikte bu tutum daha pratik bir önem kazanmış oldu.

Hala Afrin’de olduğu gibi, Rusya’nın sessiz onayına bel bağlayan dinci faşist iktidarın güvendiği dağlara karlar yağmaya başlamıştı; hem de yoğun biçimde. Dinci faşist iktidarın başı, ne duyduklarına ne gördüklerine inanmak istiyordu. Suriye ordusunun televizyonlardan canlı yayınlanan “Menbiç’e girdik, bayrak çektik” açıklamasını “Durum kesin değil. Suriye, Münbiç’e yönelik psikolojik çalışma içinde” şeklinde izah etmeye çalışıyordu. Ama damdaki hırsıza korkudan “kedidir kedi” demenin kimseye yararı olmayacak.

Değişen koşullar ve güç dengelerinde, kendini savaşa, işgale angaje etmiş, arkasındaki kitleyi buna inandırmış ve motive etmiş; dış dünyada, işgal ve savaştan vazgeçmeyeceğine dair kesin bir algı yaratmış olan faşist devlet ve onun başındaki şimdi ne yapacak? Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık; yutkunma imkanı da yok.

Önlerinde iki yol var. Birincisi, ağzından çıkan sözlerin, meydan okumaların, saldığı cengaver havasının arkasında durarak hezimetle bitecek bir savaşa girmek. Hezimet kesin çünkü karşısında Afrin’de olduğu gibi sadece YPG’yi değil, gerçek bir savaş kapasitesine sahip Suriye ordusuyla birlikte YPG’yi bulacak. Hezimet kesin çünkü Afrin’den farklı olarak, hava üstünlüğü olmayacak ve belki de bir uçak dahi kaldıramayacak. Hezimet kesin çünkü, dinci faşist çeteler, tepelerine bombalar yağınca, Afrin’de çaldıkları tavuklar gibi kaçışacak, girecek bir delik arayacaklar. Bu katil sürülerinin ciddi bir savaş yürütme kapasiteleri nerede ve ne zaman görülmüş?

Faşist devletin ve onun başındaki adamın önünde ikinci bir yol var: Girdiği yoldan usul usul geri dönmek, bütün söz ve tükürüklerini yalayıp yutmak. Ama bu yol da en az birincisi kadar sadece iktidarı ve devleti değil ama onlarla birlikte sermaye egemenliğini de sarsacak. Faşizmin kitleler üzerindeki güç, baskı ve teröre dayalı caydırıcılığı bir anda silinip gidecek. Moral bozukluğu, faşizmin toplumsal dayanağı durumundaki dinci faşist kitleyi, sarıp sarmalayacak, felce uğratacak.

Bu satırlar yazıldığı sırada dinci faşist çeteler, konvoylar halinde Menbiç cephe hattına doğru yol aldıklarını açıkladılar. Kapana kısılan, girdiği yolda devam da etse, geri de dönse bir hezimetten kurtulma şansı olmayan dinci faşist iktidar ve faşist devlet, savaşta karar kılar mı? Yoksa, şu aralar Moskova’da olması gereken Savunma Bakanı ile Dışişleri Bakanı, oradan savaşa girmemeye “ikna” edilmiş biçimde mi dönerler; bilemeyiz.

Faşizmin hangi çılgınlıklara kalkışabileceğini, hangi maceralara atılabileceğini önceden kestirmek mümkün değil. Fakat ne yaparsa yapsın, faşizm, girdiği bu kapandan hırpalanmış, güçten düşmüş, üstü başı yarar bere içinde, kitleler üzerindeki caydırıcılığı, otoriter etkisi yerlerde sürünüyor biçimde çıkacak.

Bize, birleşik devrime gerekli olan da bu. Dinci faşizmin içine düşeceği bu durum, devrimin toplumsal güçlerine isyan ve ayaklanmalar için büyük bir itki, cesaret ve güç verecektir. Bırakalım sosyal reformistler, oportünistler, küçük burjuva sosyalistler, “yetmez ama evet”çiler halkları sandık başına gitmeye ikna etmek için çırpınıp dursunlar, bir muhtarlık, bir belediye başkanlığı kazanmak için kendilerini paralasınlar; halkları burjuvazi hesabına aldatmak için ellerinden geleni yapsınlar. Yaşam hükmünü sürdürecek ve ekonomik-politik krizin sarstığı emekçi sınıflar, ezilen halklar faşizmin içine düşeceği koşullardan onu bir ayaklanmayla yıkmak için yararlanmayı bilecekler.

Önümüzde faşizmi ve sermaye egemenliğini temellerinden sarsacak fırtınalı günler var. Leninistler, hazırlıklarını bugünler için yapsınlar.