< < DÜZENİN KUYUSUNU KAZAN YSK KARARI

Dinci faşist iktidar, seçimle gitmeyeceğini daha nasıl anlatsın? Leninistlerin yıllardır işaret ettiği durum, bir kez daha ete-kemiğe bürünmüş, somut, elle tutulur halde emekçi sınıfların ve Kürt halkının karşısına çıktı.

“Bir kez daha” diyoruz çünkü gerçekte seçimleri tanımama, seçim sonuçlarına aldırmama tavrı, dinci faşist iktidarın ilk defa yaptığı bir şey değil. Bu iktidarı seçimle, sandıkla yıkacağız diyen, emekçi sınıfları ve Kürt halkını aldatan sosyal reformistlerin gözlerden gizledikleri, unutturmaya çalıştıkları şey budur.

2015 Haziran seçimlerinden söz ediyoruz. Seçimlere, sandığa imanla bağlı olan sosyal reformistler, 2015 Haziran seçimlerinde dinci faşist iktidarın çoğunluğu kaybettiğini ama buna rağmen hükümeti devretmediğini ısrarla unutturmaya çalışıyorlar.

Neden? Çünkü bu gerçek, yani dinci faşist iktidarın seçimle-sandıkla gitmeyeceği gerçeği, kabul edilirse kendi varlık nedenlerini açıklayamaz duruma düşecekler de ondan. Çünkü üzerinde durdukları ve varlıklarını sürdürdükleri politik zeminin nasıl bir bataklık olduğu ortaya çıkacak da ondan.

Ama gerçekler inatçıdır; gerçekler devrimcidir. Ne yapsanız, ne etseniz eninde sonunda gerçeklerle karşı karşıya gelirsiniz.

Leninistlerin “sandıkla gitmeyecekler” düşüncesi şimdi emekçi sınıfların, Kürt halkının, kadınların, gençliğin, toplumun bu en dinamik ve sürükleyici güçlerinin kafalarında bir bilinç düzeyine gelmiştir.

Parlamentoya, seçimlere ilişkin yanılsamalar seçimlerin iptali kararıyla tuzla buz olmuştur. Şimdi, sokakta kime sorulsa, seçimlere güvenin kalmadığını, aslında geçmişte de güvenmediğini; YSK kararıyla bu düşüncenin pekiştiğini söyleyecektir.

Dinci faşist iktidarı bu güne kadar her yönden desteklemiş Avrupalı emperyalistlerin politik temsilcilerinden biri, Kati Piri, sonunda, “Türkiye'de seçimle iktidarın değişeceğine güven kalmamıştır” diye açıklamak zorunda kalmıştır. Elbette, Avrupalı emperyalistlerin kaygıları, korkuları, endişeleri “demokratik seçim” yokluğu değil. Onlar, dinci faşist iktidarın bu gidişatının bir halk ayaklanmasına yol açmasından, dinci faşist iktidarın, tıpkı Sudan, Mısır ya da Tunus’ta olduğu gibi, bir devrime yol açmasından korkuyorlar.

Korku ve kaygılarında pek mi haksızlar?

Haksız olmadıklarını, seçimin iptali kararıyla birlikte İstanbul halkının sokağa çıkmasından da anlayabiliriz. İstanbul sokakları baştan sona kadar dolu. Kitleler “ne olacak” bekleyişi içinde. Devlet de, bozkırı tutuşturacak bir adımdan kaçınıyor; sokakları dolduran halka dokunmuyor.

Türkiye ve Kürdistan, en ufak bir kıvılcımla tutuşmaya hazır bir bozkır gibidir. Yeni bir durum değil. Fakat, dinci faşist iktidarın kendini korumak ve varlığını sürdürmek için attığı her adımı, faşist devletin her baskı ve terörü bozkırı daha da kurutuyor, tutuşmaya hazır hale getiriyor.

Seçimlerin iptali kararı, nereye varacağı önceden kestirilemeyecek yeni bir sürecin önünü açmıştır. İstanbul halkı, sokağa çıkarak bu sürecin yönü hakkında bir fikir verdi. Gelişmelerin sıçramalar halinde, patlamalar biçiminde gerçekleştiğinin ve gerçekleşeceğinin canlı, somut, elle tutulur örneği ile karşı karşıyayız.

Halk “yetti artık” demeye başlamıştır. Bu, Haziran Halk Ayaklanması öncesi duruma işaret ediyor. Haziran Halk Ayaklanmasında, görünenin aksine “sorun üç-beş ağaç” değildi. Koşulları hızla olgunlaşan ve üstümüze üstümüze gelen yeni ve çok daha şiddetli ayaklanmada da sorun “üç-beş oy” olmayacak.

Şüphe yok, Cumhurbaşkanlığını Erdoğan’a, üzerinde “adam kazandı” yazılı altın tepside sunan CHP, halkın dinci faşist iktidara, burjuva sömürücü düzene öfkesinin ayaklanmaya dönüşmemesi için elinden geleni yapacak. Dinci faşist iktidarın bu payandası, şimdiden kitleleri beklentiye sokmak, öfkelerinin yatışacağı zamanı kazanmak için “Her şey çok güzel olacak” sloganını ileri sürdü bile.

“Toplumsal uzlaşma” konusunda “çok kararlı” olduğunu ilan eden uzlaşmacı küçük burjuva parti de onun yardımcısı rolünde sahne alacak. Kimse bunlardan farklı bir beklenti içinde olmasın. Sosyal reformist partiler ve oportünist örgütler bu “yatıştırıcı” politikanın dolgu malzemesi olmaya dünden teşneler.

Bu süreçte, en büyük görev Leninistlere düşüyor. Yaşam, Leninistlerin düşüncelerini doğrulamakla kalmıyor ama devrimin toplumsal güçleri olarak, emekçi sınıfları, Kürt halkını, kadınları, gençliği bu düşünceler doğrultusunda eğitiyor, bu düşünceleri bir bilinç düzeyine yükseltiyor.

Bu, bir devrimci komünist parti için büyük bir avantaj ama ayaklanmada, devrimde kitlelere önderlik için her şey demek değildir. Bir halk ayaklanmasını devrime dönüştürmek, devrimi zafere taşımak için çok daha fazlası gereklidir.

Leninistler, her şeyden önce, bütün devrimci kitle eylemlerinde yer alarak bu eylemleri gidebilecekleri en ileri noktaya götürmek için bilinç olarak, pratik düşünce olarak hazır olmalılar. Kitlelere götürülecek sloganlar, kritik anlarda ne yapmak gerektiği konularında kafalar açık olmalıdır.

YSK, Leninistlerin iğneyle kazıdıkları kuyuya kepçelerle daldı ve Leninistlerin yıllar alan çabalarını bir gecede yüz kat, bin kat daha etkili hale getirdi. Bundan sonra seçimleri kimin kazanacağının önemi yok; sandığa, seçime; dolayısıyla parlamentoya, yerel seçimlere güvensizlik yok edilemez biçimde bilinçlere kazınmıştır.

Böylece, bir ayaklanmanın önündeki engel olarak seçim/sandık, parlamenter yol yanılsamaları YSK kepçesinin darbeleriyle tuzla buz olmuştur.

Devrim, önündeki ciddi bir engelden böylece kurtulmuş oldu.