Suriye, G.Kürdistan, Rojava, Irak, Libya derken, faşist devlet, nur topu gibi yeni bir gerilim bölgesini kucağında buldu. Yeni gerilim bölgesi Kıbrıs’tır.
Önce gerilimin konusunu özetleyelim: Malum, uzun süredir Kıbrıs adasının etrafında, denizaltında çeşitli ülkeler ve uluslararası kapitalist tekeller doğalgaz, petrol gibi enerji kaynakları araştırması yapıyorlardı. Bu faaliyetin geçmişi var; yeni değil.
Doğalgaz, petrol ve varsa, başka enerji kaynaklarını araştıranların başında Kıbrıs hükümeti geliyor. Ancak, zayıf ve kendi başına böyle bir çalışmanın altından kalkacak ne teknik/teknolojik ne de sermayeye sahip olan Kıbrıs Hükümeti çözümü emperyalist tekeller ve başka ülkelerle işbirliğinde buldu.
Kıbrıs Hükümeti, İsrail, Mısır, Yunanistan devletleri ile ABD, İngiliz ve Fransız petrol tekellerine yağmalanacak denizaltı kaynaklardan pay vaat ederek onları işin içine kattı. Böylece Kıbrıs Hükümeti, hem ihtiyaç duyduğu teknik/teknoloji hem de sermayeyi bulmanın yanı sıra, kendisini sürekli askeri yönden tehdit eden Türkiye’ye karşı koruyucu bir şemsiye de bulmuş oldu.
Ancak, kendisi de bir akbaba olan faşist devlet ve tekelci sermaye sınıfı bu yağlı lokmayı (henüz bir şey bulunmamış olsa da, bir şeylerin bulunma ihtimali bile akbabaların iştahını kabartmaya ve gözlerini karartmaya yetiyor) diğer tarafın tek başına mideye indirmesine razı değildi; olamazdı da. Pay istiyordu.
Petrol, doğalgaz ve varsa başka enerji hammaddesi, tek başına bulup çıkarmak, çıkardığı yeraltı zenginliği yine tek başına yağmalamayıp mideye indirmek için saydığımız bütün taraflar, adını, “Ekonomik Münhasır Alan” koydukları, sınırlarını da herkesin kendi çıkarına göre çizdiği bölgenin tek sahibi olmanın kavgasını veriyorlar.
Türkiye, Kıbrıs’ta kırk beş yıldır işgal altında tuttuğu Kuzey Kıbrıs’ta oluşturduğu yönetimi öne sürerek Akdeniz’in sözkonusu bölgesindeki kaynaklar üzerinde hak iddia ediyor.
Bütün bu gürültü ve hırlaşmanın bir yağma kavgasından kaynaklandığı çok açık. Mesele, Akdeniz’in sözkonusu bölgesinden çıkarılması muhtemel petrol, doğalgaz gibi enerji kaynaklarını hangi ülkenin burjuva sınıfının mideye indireceği ya da paylaşım söz konusu olursa, hangi burjuva sınıfın en büyük payı alacağı meselesidir.
Tarafları bağımlı kapitalist ülkeler, emperyalist devletler ve onların uluslararası tekellerinden oluşan bu kavga bir savaşa dönüşür mü? Kapitalist devletler arasındaki paylaşımın “güç esası”na göre yapıldığı ve “gücü” sınamanın savaştan başka yolu olmadığı biliniyor. Ancak savaşı tetikleyen koşullar olduğu gibi, onu bastıran, engelleyici güncel koşullar da var. Örneğin, “AB Türkiye’nin istikrarsızlaşmasını istemiyor” ve tüm hırlaşmalara, AB’nin ilan ettiği yaptırımlara rağmen, Türkiye-Almanya arasında başta silah olmak üzere alışveriş tam gaz gidiyor.
Bu yağma kavgası ne tarafa evrilirse evrilsin, Kıbrıs dahil, adı geçen tüm ülkelerin işçi sınıfı ve emekçilerinin bu kavgada hiç bir çıkarı olmadığı ortada. Kıbrıs dahil, bütün ülkelerin emekçi sınıflarına bu yağma kavgasından -ve eğer savaşa dönüşecek olursa, bu savaştan- düşecek pay, kendi ülkelerinin burjuva sınıfları adına, başka ülkelerdeki kardeşlerini boğazlamak; kendi burjuva sınıflarının çıkarı için kanlarını akıtmak ve büyük acılar çekmektir.
Hiç bir ülkenin işçi sınıfı ve emekçilerinin, burjuva sınıfların bu yağma kavgasında -şimdilik durum bir kavga, gözdağı, tehdit, ağız dalaşından ibarettir- en ufak bir çıkarı yoktur; olamaz da. İşçi sınıfı ve emekçileri şu ya da bu tarafta yer almaya çağıranlar, burjuvazinin uşakları olabilirler ancak. Bütün ülkelerin işçi sınıfının çıkarı, burjuva sınıflar arasındaki bu kavganın ortaya çıkaracağı koşullardan onların egemenliklerini yıkmak için yararlanmaktan geçiyor.
Ülkelerin işçi ve emekçi sınıfları, kendi bağımsız sınıf çıkarları için mücadele etmeliler. Bağımsız sınıf çıkarlarının nirengi taşı, temel koşulu, burjuva egemenliğini yıkacak ve sosyalizmin yolunu açacak bir devrim hedefini en başa koymaktır. Devrim ve iktidarın emekçi halklar tarafından ele geçirilmesi hedefini başa koymayan, belirsiz bir tarihe erteleyen her mücadele eninde sonunda burjuva sınıfın yedeğine düşer. Bu eğik düzleme düşmemenin tek güvencesi devrim ve iktidarın fethi hedefini en başa koymaktır.
Adını andığımız bütün ülkelerin burjuva sınıfları, şimdi, kendi işçi sınıflarını “ulusal çıkar” bahanesiyle aralarındaki yağma savaşında kendi tarafında yer almaya çağırıyorlar. Başta Kıbrıs emekçi sınıfları olmak üzere, bütün ülkelerin işçi sınıflarının bu çağrıya yanıtı, devrim ve iktidar mücadelesini yükseltmek olmalıdır. Bağımsız sınıf politikasının tek yolu budur.
Türkiye’nin uzun yıllardır süren işgali nedeniyle burada Kıbrıs’ın özel yerine işaret etmek gerekir. Savaşa dönüşme ihtimalini barındıran bu yağma kavgasında en çok etkilenecek olanların başında Kıbrıs emekçi halkları gelmektedir. Bir yanda yağmalanacak kaynakların Kıbrıs adasının hemen açıklarında olması, öbür yandan Türkiye’nin işgal ettiği yerlerde oluşturduğu yönetimi kullanarak askeri müdahale zemini yaratmış olması bu durumun nedenidir.
Kıbrıs emekçi halkları bu durumdan ancak, tam hak eşitliğine dayalı birleşik, sosyalist bir Kıbrıs Cumhuriyeti’yle kurtulabilirler. Türkiye’nin işgaline karşı mücadele etmek, işgali sona erdirmek gerekir. Ancak bu yetmez, bununla birlikte Kıbrıs’ta egemen olan sermaye egemenliğini, burjuva sınıf egemenliğini yıkmak; yerine tüm halkların tam hak eşitliğini güvence altına alan bir halk iktidarının kurulması gerçek kurtuluşun tek yoludur.
Çünkü Kıbrıs halkları da biliyor ki, her ulus ve ulusal topluluktan burjuva güçler halklar arasında düşmanlık ve nefret tohumları eken başlıca kaynaklardır. Halklar arası düşmanlık ve nefretin bu kaynakları kurutulmadan, yok edilmeden halkların tam hak eşitliğine dayalı kardeşçe yaşamı bir hayal olmaktan öteye gidemeyecek.
Kıbrıs halkları, işgale ve sermaye sınıfının egemenliğine son verecek; özgür, birleşmiş, sosyalist bir Kıbrıs’ı mutlaka kuracaklar. Gerçek kurtuluşun başka yolu yok! Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı bu mücadelede Kıbrıs işçilerinin ve emekçi halklarının yanında bütün gücüyle yer alacaktır.