Burjuva iktidarların yıkılması artık bir insanlık görevidir. Korona virüs işte bu gerçeği açığa çıkardı. Bu görevi yerine getirebilecek tek güç işçi sınıfı ve onun müttefikleri, yoksul, ezilen, sömürülen köy ve şehir emekçileridir. Ama önce bunun neden bir “insanlık görevi”ne dönüştüğünü kısaca açıklayalım.
Hafızamızı tazeleyip olayların gelişim kronolojisine kısaca bir göz atalım. Koronavirüsün nasıl ortaya çıktığı konusundaki tartışmaları bir yana bırakırsak şunu görüyoruz: Çin’in Wuhan eyaletinde ilk teşhis yapıldığında bir anlamda iş işten geçmişti. Virüs hızla yayıldı.
Emperyalistler, bunların başında ABD, “oh olsun” havasından da öte, virüs Çin ekonomisini vurur ve işimize yarar sevindirik halindeydi. Çin, büyük bir çabayla bu belayı, çok fazla hasar almadan atlattı. Bu başarıda esas rolü, tahrip ve deforme edilen sosyalizmden arta kalan ne kadar birikim, örgütlenme yeteneği, insanı ön planda tutan kültür vb değerler varsa, onlar oynadı. Bundan kimse kuşku duymamalı.
Sonra virüs, kaçınılmaz biçimde Avrupa’ya sıçradı. İşte bu noktada, ABD’den sonra Avrupalı emperyalistlerin de insanlık dışı tüm yüzleri ortaya çıktı. Onlar için önemli olan insan değil, kapitalist ekonomiydi. Bu felaketten kapitalist ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için nasıl yararlanabiliriz sorusu onların tek derdiydi. Takip edenler anımsayacaktır, korona virüsün “kontrollü yayılması” tezleri geliştirilmeye başlandı.
Bu tez önce Almanya’da profesör kılıklı bir Nazi artığı tarafından ortaya atıldı. Emperyalistler bu teze hemen sarıldılar. Merkel, Alman nüfusun %70’nin bu virüse yakalanacağını “müjde” verir gibi açıkladı; toplumun tepkisi üzerine kabuğuna çekildi.
İngilizlerin taze başbakanı, “önleme gerek yok” dedi. Önlem almadılar. Ne okullar kapatıldı ne de kalabalık yerler. Bu arada emperyalist hükümetler, peş peşe mali destek açıklamaları yapmaya başladılar. Fransa üç yüz milyar euro ayırdığını açıkladı. İsviçre önce on milyar frank diye açıkladı sonra bunu yüz milyar franka çıkardı. IMF bir buçuk trilyon doların emre amade olduğunu açıkladı.
Rakamlar böyle sürüp gitti.
Oysa Virüsle mücadele için bu kadarına gerek yoktu. Çin deneyi, bir kaç günlük sokağa çıkma yasağı ve istisnasız herkesin testten geçirilmesiyle bunun kontrol altına alınabileceğini somut biçimde göstermişti. Kapitalist Güney Kore, bu yoldan giderek virüsü kontrol altına almıştı. Peki emperyalistler neden yukarıda çok özet biçimde açıkladığımız yolu seçtiler?
Çünkü, insanlığın başına gelen bu belayla bir kaç kuş vuracaklarını hesapladılar. Birincisi, virüsün “kontrollü yayılması” ile “üretken olmadığı halde zorunlu maliyetler” kapsamında saydığı nispi artı-nüfustan kurtulmak. Bunlar, yoksullar, evsizler, çalışamayacak durumda olanlar -korona virüsün kronik rahatsızlığı olanları mutlak biçimde öldürdüğü hatırlansın-, kimyasal işler vb vb sonucu artan sanayi kurbanları, normal emekçi yaşını aşanlar ve en önemlisi, emeklilerdir. Sözünü ettiğimiz Nazi artığı Alman profesör virüsün gençleri etkilemediğini, sadece yaşlıları vurduğunu söyleyerek bu sinsi düşünceyi ifşa etmiş oldu aslında.
Emperyalist hükümetler, böylece, “üretken olmadığı halde zorunlu maliyetler” arasında saydığı bu kesimlerin yükünden hem sigorta şirketlerinin, hem emeklilik kurumlarının kurtulacağını, kendilerine ise işe yarar, sağlıklı işgücünün yani genç ve üretken nüfusun kalacağını hesapladılar. Hesapları tutmadı. Halkların baskısıyla emperyalist hükümetler yarım yamalak da olsa önlem almak zorunda kalıyorlar. Yine de tek ve en etkili çözüm olan “herkese test” yapmaya yanaşmıyorlar. Şu açığa çıktı, emperyalist hükümetler sadece savaşlarda değil, ama böylesi dönemlerde de kan içici birer vampir gibiler. İnsanlığın bunlardan kurtulmak zorunda olduğunun daha iyi bir gerekçesi olabilir mi?
Emperyalist hükümetlerin/devletlerin salgına karşı önlem almamaktaki ısrarlarında ikinci amaç, “salgına karşı önlem” bahanesiyle emekçi sınıfların tepkisine yol açmayacak biçimde, tekelci kapitalistlere bolca para boca etmek.
Halkların baskısıyla yarım yamalak da olsa alınan önlemler, bütün ülkelerde, kapitalizmin krizini daha da ağırlaştırdı. Kentlerin küçük esnafı, küçük dükkan sahipleri, küçük üreticisi, küçük işletmesi buralarda çalışan sendikasız, güvencesiz milyonlarca işçi; bunların hepsi, sadece virüs tehlikesiyle değil ama ondan daha beter biçimde, şimdi iflasla karşı karşıya. Ama ne IMF’nin bir buçuk trilyonu ne de emperyalist hükümetlerin ve diğer burjuva hükümetlerin açıkladıkları, tutarı yüzlerce milyar dolarları bulan “destek paketleri”nden bir tek kuruş bunlara gidecek. Emekçi sınıflardan toplanan bu kadar para, şimdi büyük tekellerin, holdinglerin kasalarına boca edilecek. İsviçre hükümeti, küçük esnafı, küçük üreticiyi, küçük dükkan sahiplerini “yardım” almak için başvuruda bulunmamaları için açıkça uyardı. İsviçre hükümeti kadar “açık sözlü” olmayan diğerlerinin, buna dinci faşist iktidar dahil, pratikte farklı davranmayacaklarını bilmek için kahin olmaya gerek yok.
Küçük dükkanı, küçük işletmeyi, lokantayı, restoranı, berberi, kuaförü vb vb kapattığınız zaman, bunların sahiplerini, buralarda çalışan ikişer üçer işçiyle birlikte ama toplamda sayıları milyonları bulan kişiyi, aileleriyle birlikte sefalet çukuruna atmış; açlık ve yoksulluğa mahkum etmiş olursunuz. Satın alma güçlerini yani tüketim güçlerini sıfırlamış olursunuz. Kredi ödemesi olanları icraya, bankanın acımasız haciz kollarına atmış olursunuz. Bu gibi yerlerde çalışan ve başka da geliri olmayan milyonlarca işçiyi çoluk-çocuk hepsini aç susuz bırakmış olursunuz. Ve şimdi bunların hepsi gerçek birer olgu haline gelmiş bulunuyor. İşçileri ücretsiz izne göndermek onları açlıkla baş başa bırakmak demektir.
Peki bu önlemler alınmamalı mıydı? Elbette alınmalıydı ve emperyalist hükümetler, burjuva hükümetler kapitalist üretim zarar görmesin diye, insanların kitleler halinde ölümü pahasına bu önlemleri almakta bilerek isteyerek geç kaldılar. Ama şu açığa çıktı, kapitalizm altında, burjuva toplumda, üretim araçlarının, fabrikaların, sermayenin özel mülkiyeti altında bu önlemler, topluma ölümden ölüm beğen demek anlamına geliyor. Bu önlemler ancak üretim araçlarının, fabrikaların, toprağın, bankaların özel mülkiyetinin olmadığı sosyalist toplumda toplumu kurtarabilir; insanları ölümden gerçekten kurtarır. Sosyalizm artık sadece bir tarihsel zorunluluk değil ama pratik bir zorunluluk haline de gelmiştir.
Fabrikaların kapatılmasından kapitalistler zarar görmeyecek. Trilyon dolarları bulan fonlar buralara akıtılacak. Öte yandan kapitalistler, fabrikaları kapatıp üretimlerini durdurarak eldeki stokları; kendilerine gerçek bir masraf kaynağı ve sermaye kaybı haline gelen stokları eritmeyi amaçlıyorlar. “Koronavirüse karşı önlem” onların ağzında sadece bir yalandır. Üretimin her alanındaki stoklara bakılsın, bu sözlerimiz daha iyi anlaşılacak.
Ama kapitalistlerin ve hükümetlerinin çabaları boşuna. Bu umutları gerçekleşmeyecek. Çünkü bu umutlarının gerçekleşmesinin koşullarını bizzat kendi elleriyle yıkıyorlar. Kapitalizm öyle bir üretim biçimi ki, kendinden öncekilerden farklı olarak, ekonominin tüm kolları arasında sıkı bir eklemlenme gerçekleştirir; toplumu iç bağlarla birbirine sıkıca bağlar. Asıl tüketiciler kitlesi, işçiler, emekçiler, kent ve kırın küçük üreticisi, emekçisi ekonomik yıkıma uğrarken stoklar nasıl ve kim tarafından eritilecek? Üstelik ihracat olanakları çok büyük oranda kısıtlanmışken!.. Geçim derdine düşmüş hangi esnaf, işçi, memur ya da emekçi araba almayı, ev sahibi olmayı, eve yeni eşya almayı vb vb düşünebilir?
Büyük bir devrimci dalganın öngünündeyiz. Emekçi sınıflar, dünyanın hiç bir yerinde bu yıkımı sessizlikle karşılamayacaklar. Kapitalizm, emperyalist ülkeler dahil, dünyanın her yerinde emekçi devrimci eylem ve ayaklanmalarıyla karşı karşıya gelecek. Bundan bir kaç ay önce, etkileri bugün de süren büyük bir ayaklanmalar, devrim girişimleri dalgası ortaya çıkmıştı. Şimdi o dalganın etkileri geçmeden yeni ve çok daha güçlü bir dip dalga geliyor.
Her şeye rağmen, kapitalizm, kendisini yıkacak güçler harekete geçmeden kendiliğinden yıkılmayacak. Ama o güçler var ve harekete geçeceklerini şimdiden belli ediyorlar. Yapılması gerekenler var. İşçi sınıfı, toplumun öncüsü olarak, tüm emekçilerin taleplerini kendi talepleri olarak bayrağına yazmalı ve burjuva sınıfa, sermaye egemenliğine karşı harekete geçmelidir.
İşçi sınıfı, Kürt halkının, şehir küçük esnafının, köy emekçisinin taleplerini kendi talepleri olarak öne sürmelidir.
Sınıf bilinçli önce işçiler, işçilere bu bilinci götürmeliler. İşçi sınıfı, kendini kendi dar sınıf çıkarlarıyla sınırlayarak sermaye sınıfına karşı zafer kazanamaz. Oysa şimdi sözünü ettiğimiz toplumsal kesimler sermaye sınıfına, onun hükümetine, devletine karşı kin ve öfkeyle mücadele eğilimindeler. Koronavirüs, toplumun tüm yıkıcı güçlerinin kapitalist egemenlik üzerinde yoğunlaşmasının gerçek bir nedenine dönüştü.