Devrim güncel mi? Kuşkusuz, öyledir. Leninist Parti, devrimin güncelliğine, birleşik devrimin pratik politika soruna haline geldiğine uzun zamandır vurgu yapıyor, işaret ediyordu. “Şimdi Devrim Zamanı” sloganı bu düşüncenin, bu tahlilin özeti ve ifadesiydi.
Yeri gelmişken bir parantez açıp bir noktaya vurgu yapmak lazım: Devrimin güncel olduğu, Leninist Partinin adı anılmadan, şimdi daha geniş çevreler tarafından kabul ediliyor ve savunuluyor. Bu çevrelerin küçük burjuvaziye özgü tipik davranışla, Leninist Partinin güncel duruma ilişkin düşüncelerini ifade eden sözkonusu sloganı “Artık Devrim Zamanı” diye değiştirip savunmaları bir şey değiştirmez. Bu davranış biçimi sadece onların sınıf karakterini ve “aşırmacı” davranışlarını açığa vurur o kadar.
“Aşırmacılar”ı bir kenara koyup devam edelim.
Türkiye ve Kürdistan’da birleşik devrimin güncel hale gelmesi yeni bir durum değil. 90’lı yıllar boyunca her iki ülkede çok sert bir iç savaş yaşandı. Aynı iç savaş, yoğunluğu bazen düşse de, günümüze kadar sürmeye devam ediyor. Bu geniş zaman aralığında Haziran Halk Ayaklanması ve 6-8 Ekim Serhıldanı özel bir yere sahiptir. Ya da başka bir ifadeyle söylemek istersek bu iki ayaklanma, devrimin gelişimi lehinde, bir dönüm noktası, bir kırılma noktası oldular.
Covid-19 salgın hastalığı bu sürece olağanüstü, kimsenin beklemediği bir hız kattı. Tam ifade etmek gerekirse tarih hızlandı, gelecek yakınlaştı. Gerçekleşmesi için belki de bir kaç yıl beklenmesi gereken gelişmeler bir kaç hafta içinde gerçek birer olgu olarak karşımıza çıktı. Emperyalist-kapitalist sistemin nasıl bir krizin içinde debelendiğini yazmamıza gerek yok; dünya burjuvazisinin hemen hemen tüm sözcüleri bu konuda her gün bir itirafta bulunuyorlar zaten.
Devrimler kapıda! Bu gerçek de, dünya burjuvazisinin medyasında, alarm biçiminde her gün tehlike uyarısı biçiminde haber veriliyor. Haliyle, bundan bir kaç ay öncesiyle karşılaştırıldığında, artık, tek başına, devrimci durumdan, devrim koşullarının oluştuğundan vb vb sözetmenin bir anlamı kalmadı. Kapitalist toplumun çöküşü o derece belirgin bir hale geldi ki, TKP gibi yasalcı sosyal reformist bir parti çevresindeki birinden şu sözleri duymak artık şaşırtıcı değil:
“Şimdi çöken bu düzeni kurtarmak için öneride bulunmanın zamanı mı?
“Reform talepleri bilimsel olmadığı gibi ahlaki de değil. Ayrıca gerçekçi de değil.”
Emperyalist-kapitalist sistemin çöküşü, devrimci durum herkesin görüp kabul edebileceği bir olgu haline gelmişken sistemin krizini, devrimi vb betimleyip durmak artık bir şey ifade etmez. Böyle bir çaba ne işçi sınıfına ne de diğer emekçi sınıflara, ezilen halklara devrimci bir bilinç götürür. Böyle bir çaba olsa olsa artık burjuvazinin ses çıkarmayacağı gerçeklerin tekrarı çabası olur.
Oysa tam da bu koşullarda işçi sınıfına devrimci bilinç götürmek, bu devrimci bunalım dönemlerinde zafere giden yolu göstermek, neyi nasıl yapacaklarını iki anlama gelmeyecek biçimde izah etmek gerekir. Başka bir ifadeyle, devrimci faaliyetin ağırlık noktasını can alıcı meselelere kaydırmak lazım. Bu yapılmadığı zaman, bu gün kimilerinin sıkça yaptığı gibi, varolan koşulların devrimci niteliğine vurgu yapıp durmak, bir kedinin süt kasesinin etrafında dönüp durmasına ama bir türlü o kaseye uzanma cesaretini göstermemesine benzeyecek.
Leninistler ve devrimci öncü işçiler devrimci propaganda ve ajitasyon faaliyetlerinin ağırlık noktasını nereye kaydırmalılar? Belli başlı noktalar olarak şunları sayabiliriz:
Birincisi, iki ülkenin işçi ve emekçilerini, yoksul ezilen halklarını bir devrimin gerekliliği, kaçınılmazlığı, zorunluluğu; devrimin kapsamı, derinliği konusunda bilinçlendirmek, bu konuda onları aydınlatmak;
İkincisi, devrimin bu toplumsal güçlerine, ama özellikle de iki ülkenin proletaryasına burjuva devlet makinası karşısındaki görevlerini, bu makinayı neden ve nasıl yıkmaları gerektiğini, bu başarılmadan kurtuluştan söz edilemeyeceğini açıklamak;
Üçüncüsü, devrimin örgütlü güçleri, zaferi göze aldıklarına ve bunu başaracaklarına emekçi kitleleri, yoksulları, işsiz kitleleri, yoksul köylüleri inandırabilmeliler. Devrimin örgütlü devrimci güçleri ancak bunu başarabilirlerse devrimin otoritesi; dolayısıyla öncüsü, önderi konumuna gelebilirler. Bir ayaklanma sırasında kitlelerin en çok ihtiyaç duyacakları şey budur. Kendini kabul ettirmiş böyle bir otorite olmadan ayaklanmacılar zafere yürüyemez.
Dördüncüsü, kitleler yıkılacak iktidarın/hükümetin yerine neyin geçeceğini; başa geçecek hükümetin ilk elden, hemen, hangi önlemleri alacağını bilmek isterler. Örgütlü devrimci güçler, yıkılacak burjuva hükümet yerine Geçici Devrim Hükümetini kuracaklarını, bu otoriter hükümet eliyle sömürücülerin direncini kırabileceklerini; böyle bir hükümeti kuracak güç ve yetenekte olduklarını, bunun hazırlıklarına başladıklarını emekçi kitleleri, ezilen halkları, yoksulları inandıracak biçimde ortaya koyabilmeliler.
Beşincisi, örgütlü devrimci güçler burjuva devlet makinasını yıkacak, burjuva iktidarı yıkacak bir ayaklanma sonrası kurulacak Geçici Devrim Hükümetinin ilk elden alacağı tedbirleri kısa, öz, iki anlama gelmeyecek bir açıklıkla ortaya koymalılar. Bunların başlıcaları;
-Devrimci bir halk iktidarının kurulması,
-Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının koşulsuz tanınması,
-Zindanların yıkılıp tutsakların özgürleştirilmesi,
-Bütün tekelci birliklere, bankalara, fabrikalara, büyük topraklara el konulması.
-İktidarın ele geçirileceği ilk günden itibaren bir kişinin dahi aç ve evsiz bırakılmayacağı vb vb. ilan edilmelidir.
Evet, devrimin pratik politika haline; güncel hale geldiği koşullarda propaganda ve ajitasyonumuzun ağırlık noktası buraya kaymalıdır. Reformları öne sürmek dün düzeni kurtarmak için öneride bulunmak anlamına geliyordu; bugün bu çok daha böyledir. Devrimin güncelliğinden, yaklaşmakta olduğundan, devrimin koşullarından söz edip bu saydığımız görevleri faaliyetin ortasına oturtmamak, süt kasesinin etrafında dönüp duran ama ona uzanmaya cesaret edemeyen kedi gibi davranmaktır.
Bir kez daha: Zaferi, yani burjuva devlet makinasını yıkıp iktidarı ele geçirmeyi, işçi sınıfı ve emekçilerin hükümetini kurmayı göze alacak mıyız?
Bugün meselenin özü bu şekilde karşımızda duruyor.