Dinci faşist iktidar, şaşkın, dağınık, ne yapacağını bilemez halde. Bu tespiti daha önce, S.Soylu’nun istifa girişimi sırasında yapmıştık; şimdi bu durumun artan biçimde sürdüğünü görebiliyoruz.
Hatırlayalım, önce iktidarın Sağlık Bakanı “dışarı çıkma yasağı olmayacak” diye açıklama yaptı, bir gün sonra SS sahneye çıktı, “iki gün sokağa çıkılmayacak” diye açıkladı; onun da bir gün sonrasında “şahsım”ın toplumu evde tutmaya gönlünün elvermediğini bu yüzden sokağa çıkma yasağının olmayacağı kararı aldığını öğrendik.
İşin komedi yanını mizahçılara bırakıyoruz.
Soruna ciddi yaklaşanlar, devlet ve toplumu yönetenlerin büyük bir dağınıklık, keşmekeşlik, ne yapacağını bilemez haldelik içinde olduklarını göreceklerdir. “Eski yöntemlerle yönetememe”nin ötesine geçtiler; korku ve panik, durumlarını özetleyen iki kavramdır artık.
Ekonomik ve politik krizin şiddeti ve bunu iyice derinleştiren Covid-19 salgını dinci faşist iktidarı, faşist devleti panik içinde hareket etmeye itiyor. Bu durum o kadar belirgin hale geldi ki, panik ve telaşlarını attıkları her adımlarında görmek mümkün.
Dinci faşist iktidarın arkasındaki toplumsal destek, gözle görülür biçimde azalıyor. Hoşnutsuzluk, huzursuzluk, öfke ve kızgınlık toplumun daha geniş kitlelerine yayılıyor. İşsizlik ve bununla birlikte yoksulluk, iflaslar, mutlak açlık giderek artıyor.
Bu gidişi durdurmak ve tersine çevirmek için dinci faşist iktidarın elindeki tek araç baskı ve terörü artırmak. Ancak bunun da sonuç vermediğini, devrimin toplumsal güçlerinin faşist baskı, terör, tehdit, yıldırma yöntemleri karşısında sinmediğini; aksine, bu yöndeki her adımın kitlelerin öfkesini ve kızgınlığını artırdığını dehşet içinde seyrediyor.
HDP’li vekillerin vekilliklerinin düşürülmesi işte bu koşullarda gündeme geldi. AKP’li bir yetkilinin “4 Haziran yeni bir milat olacak” biçimindeki sözlerle kastettiği şey, ana çizgileriyle tanımladığımız durumu tersine çevirmek için yeni bir saldırı dalgasının başlatıldığıdır.
Öyleyse, arkası gelecek.
Dinci faşist iktidarın arkasındaki toplumsal desteğin erimesini uzlaşmacılar, sosyal reformistler düzenlenecek ilk seçimlerde bu iktidarın gidici olacağı biçiminde anlıyorlar. Hayal görüyorlar, hayal aleminde yaşıyorlar. Olaylardan, olup bitenden ders almayı da bilmiyorlar.
Dinci faşist iktidarın seçimle değişme yolu kaç yıl önce kapatıldı, görmüyorlar. Meclis, kaç yıldır kokuşmuş bir cesetten ibarettir, görmek ve anlamak istemiyorlar. Belki de, tüm varlık nedenleri anlamsız hale geleceği için görüp anladıkları halde kabul etmek istemiyorlar. Onun için uzlaşmacılar hala, bu kokuşmuş ceset ortamında bulunmaya “demokratik siyaset” yapma diyor; hala orayı bir “mevzi” olarak görüyor. Mevzi olduğu doğru olabilir, ama saldırıya uğrayanı değil, saldırganı koruyan bir mevzi..
Meclis ölüdür, dinci faşist iktidarın, işine yaradığı için, şimdilik ortadan kaldırmadığı bir cesettir. Dinci faşist iktidarın bu Meclis’te elde edilecek bir çoğunlukla değişeceğini sanmak hayal aleminde yaşamaktır; kitlelere bunu söylemek onları aldatmaktır.
Tekelci sermaye sınıfı, egemenlik aracı olarak, dinci faşist iktidarı sürdürmek amacındadır. CHP ve diğer burjuva muhalefet partileri tekelci sermaye sınıfının bu amacıyla uyum içinde hareket ediyor; dinci faşist iktidarı ayakta tutmak, yıpratmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Hala CHP’yi “demokrasi gücü” olarak gören uzlaşmacılar ve sosyal reformistler, bu gerçeği anlamak istiyorlarsa Kılıçdaroğlu denen adamın söz ve tutumlarına, dinci faşist iktidara yönelecek her öfkeyi yatıştırıcı üslubuna baksınlar.
Dinci faşist iktidar ancak bir halk ayaklanmasıyla yıkılabilir; sandıkla değil. Demokrasi sorunu bir devrim sorunudur, faşist devletin bir devrimle yıkılması sorunudur.
Bu gerçekten kaçınmak için kafayı sandığa gömmek işe yaramaz; gerçek böyle değişmez.
Peki halk ayaklanması ve devrim mümkün mü? Bir halk ayaklanmasının dipten gelen uğultusunu duymak için kulağınızı yere dayayın demeyeceğiz; dinci faşist iktidarın, faşist devletin ve tekelci sermayenin panik ve korku dolu ruh haline bakın yeter!