Türkiye, Yunanistan’a ait Girit, Rodos ve Kerpe Adaları’nın güneyinde petrol ve doğalgaz aramak için ruhsat başvurusunda bulununca Yunanistan Başbakanı bunun bir provokasyon olduğunu ilan etti.
Aynı gün, Türkiye ile Yunanistan arasında sınırı belirleyen Meriç nehri üzerinde Yunan askerlerinin Türk askerlerine ateş açtığı haberi medyada yer aldı.
İlişkilerin bu şekilde gerginleşmesi üzerine Yunan gazeteciler, Yunanistan Savunma Bakanı’na bir askeri çatışmaya hazır olup olmadıklarını soruyorlar. Sipariş olduğu belli olan soruyu Savunma Bakanı yanıtlıyor:
“Tam olarak öyleyiz.”
Haberin başlığı da “Askeri Çatışmaya Hazırız” şeklinde. Türkiye’ye duyurmak istiyorlar. Sonra devam ediyor Panagiotopoulos:
“Her türlü senaryoya hazırlanıyoruz. Elbette bu olasılıklar arasında askeri müdahale de var. Bunu yapmak istemiyoruz, ancak egemenlik haklarımızı azami derecede korumak için mümkün olan her şeyi yapacağımızın anlaşılmasını sağlamak istiyoruz”
Tehdit-uyarı karışımı bu sözler işe yarar mı bilemeyiz. Belli olan bir şey var ama: Bu adımdan sonra Türkiye, ileri gitse önünde Yunanistan donanmasını; geri adım atsa arkasında hayal kırıklığına uğramış, şoven dinci faşist kitlenin tepkisini bulacak. Atılan adım, hiç bir sonuca yol açmadan ortadan kaldırılamaz.
İkinci dış savaş cephesi Libya. Şimdilik “ateşkes” ilan edilen Libya’da savaş koşulları ve ihtimali olduğu gibi duruyor. “Ateşkes”in kalıcı barışa dönüşmesi, şimdiden Türkiye’nin sayıları on binlere varan tüm asker ve çetelerini Libya’dan çekmesi; silahların Libya Ulusal Ordusu’na teslimi şartına; yani Türkiye’nin hezimetine bağlanmış.
Türkiye, burada ileriye doğru yani ağız suyu akıttığı petrol, doğalgaz gibi zenginliklere el koymak üzere adım atsa, arkasında ABD’nin sözde kalacak desteği, önünde ise Fransa’dan Mısır’a, Rusya’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne kadar silahlarını ateşlemeye hazır bir dizi düşman görecek.
Üçüncü ve silahların patlamaya en hazır olduğu cephe Suriye/İdlib cephesi. Türkiye, işgal ettiği ve ilhak etmek için pratik çaba içinde olduğu topraklar nedeniyle, aslında ilan edilmemiş bir dış savaşın içinde zaten.
Türkiye, Şubat sonu Mart başı, İdlib’te yediği ağır darbenin ardından, Rusya’dan güç bela kopardığı kısa mola süresini taahhütlerini yerine getirmek için değil, İdlib’i silah deposuna çevirmek için kullandı.
Mart ayının başından bugüne, İdlib’e görülmemiş miktarda silah yığdı. Dinci faşist çeteleri M4 yolu üzerinden temizleme taahhütü verdi; sözünü yerine getireceğine orta menzilli hava savunma sistemi kuracak silah sistemleri dahil, bir dış savaş için gerekli ne varsa İdlib’e taşıdı. İdlib savaşının eli kulağında.
Türkiye bu savaştan kaçınabilir mi? Hiçbir şey olmamış gibi, tası-tarağı toplayıp çekip gidemez. Savaşmadan olduğu yerde uzun süre kalmasına ne Suriye, ne de Rusya izin verir. Arkasına NATO ve ABD’yi alarak ileri gitmek; yani İdlib’i işgal ve ilhak etmek Türkiye’nin planıdır. Ama bu adımın önünde ellerinde patlamaya hazır silahlarıyla bekleyen Suriye ve Rusya var.
Tiyatroda “Çehov'un tüfeği veya Çehov'un silahı” ilkesi vardır,bilinir: Duvarda patlamaya hazır tüfek asılıysa o tüfek oyunun bir sahnesinde mutlaka patlar.
Yunanistan'da olsun, Libya’da olsun özellikle de Suriye’de -İdlib dışında işgal edilen diğer topraklar dahil- yığılan silahlar bir yerde patlayacaktır; artık bundan kaçınılamaz.
Dinci faşist iktidarın “içerde” emekçi sınıflara, Kürt halkına, gençliğe, devrimci güçlere karşı başlattığı yeni saldırı dalgasının bir amacı da muhtemel savaştan önce cephe gerisini sağlama alma çabası olarak değerlendirilmeli. Başka bir ifadeyle, bir dış savaşa hazırlığın parçası olarak kabul edilmeli.
Ancak, dinci faşist iktidar her üç cephede birden savaşamayacağını biliyor ve bu yüzden örneğin, Yunanistan cephesini soğutmak için alttan alma denemeleri yapıyor. Her fırsatta sağı solu, özellikle de Suriye’yi savaşla tehdit eden Savunma Bakanı Akar’ın şu sözleri başka türlü anlaşılamaz:
“Türkiye olarak, Silahlı Kuvvetler olarak Ege’deki, Doğu Akdeniz’deki, Kıbrıs’taki bütün sorunlarımızı uluslararası hukuka uygun şekilde çözmek istiyoruz. Uluslararası hukuk ne diyorsa, iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde, karşılıklı iyi niyete dayalı, saygıyla, sevgiyle karşılıklı nezaket çerçevesinde, hiçbir şekilde kimseyi tahrik etmeden, kimse kimsenin hakkına tecavüz etmeden barışçıl yöntemleri kullanmak suretiyle bütün sorunları çözelim.”
Fakat, adımlar atılmıştır, patlamaya hazır tüfek duvara asılmıştır. Bir cephede savaştan kaçınsa bile ötekinden kaçınamayacaklar. Biliyorlar ve cephe gerisini sağlama almak için kolları sıvamışlar.
Böyle bir dış savaş durumunda öncü devrimci işçilerin, devrimci güçlerin politikası ne olmalı? En özet haliyle söyleyecek olursak; savaşın çıkaracağı ağır bunalım koşullarından “kendi hükümetinin” yenilgisini isteyerek bir devrim için yararlanmaktır.
İşçi sınıfının bağımsız sınıf çıkarları böyle bir politik çizgi izlemeyi gerektirir.
Devrimci politika budur!