Bizi dikkatle takip eden okur kimden sözettiğimizi tahmin etmiştir. CHP’den; her kritik anda hiç bir desteğini esirgemediği RTE’nin her fırsatta “CeHaPe” diye aşağıladığı, şu bildik CHP’den söz ediyoruz.
Bizi izleyen okur bu düşüncemizi biliyor. Yine de uzlaşmacıların, sosyal reformistlerin son süreçte bir kez daha “demokrasi gücü” diye emekçi sınıflara yutturmaya çalıştıkları bu “demokrasi” gücünün ne menem bir şey olduğunu hatırlatmakta yarar var diye düşündük.
Özellikle de, uzlaşmacı küçük burjuva partinin ittifak için “kapımız bütün muhalefet partilerine açıktır” açıklamasından sonra böyle bir hafıza tazeleme çok daha gerekli hale geldi.
Çünkü, “muhalefet partileri”nden kastın en başta CHP olduğu açık.
Gerçi daha vahimi, uzlaşmacı parti bu açıklamasıyla “İYİ Parti” gibi faşist bir partiye, ellerindeki Kürt halkının kanı halen kurumamış olan Davutoğlu ve Babacan’a da mesaj göndermiş oluyor ama şimdilik onlar konu dışı.
Dinci faşist iktidarın Kürdistan ve Kürt halkına yönelik her saldırısına, Rojava-Afrin işgaline koşulsuz destek vermesini; ya da kitlesel katliamlardaki rolünü de, şimdilik, bir kenara koyuyoruz.
CHP’nin güncel rolü nedir diye sorulsa, tereddütsüz, “dinci faşist iktidarı ayakta tutmak” diye yanıt veririz.
Bu, soyut bir iddia değil, kanıtları olan pratik bir olgudur.
Kanıtların birincisi ve belki de en önemlisi, dinci faşist iktidarın başını, RTE’ye önce başbakanlık, arkasından Cumhurbaşkanlığı yolunu açan CHP’den başkası değil. Deniz Baykal, 2002’ de RTE’ye yol açmış olmayı on bir yıl sonra, 2013’te “Erdoğan’ın yasağını kaldırmak iftiharımızdır” diye savunuyor.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde hiç şansı olmayan, üstelik kendisi de dinci gericilerin hocası olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu RTE karşısında aday göstererek RTE’ye Cumhurbaşkanlığı yolunu açmıştı. Bu seçimde adayı onaylamadıkları için sandığa gitmeme eğiliminde olan CHP seçmenini, Kılıçdaroğlu denen adam, “Adam gibi tıpış tıpış sandığa gideceksiniz” diye aşağılayıcı biçimde tehdit etmişti.
Geliyoruz 2015, 7 Haziran seçimlerine. Dinci faşist parti AKP’nin, Meclis çoğunluğunu kaybettiği ortaya çıkıyor. RTE’de moral sıfır; ne yapacağını şaşırıyor. HDP, beklemediği kadar milletvekili sayısına ulaşmış, koalisyon ortağı olma ihtimali ortaya çıkmış. Başbakan’ın istifasını verip, hükümet kurma görevinin başka birine verilmesi gerekiyor devletin anayasasına göre.
RTE’nin imdadına Deniz Baykal denen karanlık adam ve onun partisi, CHP yetişiyor. Baykal, koşa koşa RTE’ye gidiyor ve “Seçim sonuçlarını tanıma, yeniden seçime git; seçime kadar da mevcut hükümetle oyalamaya çalış” diye kulağına fısıldıyor. Bütün bunlar hemen seçim gecesi oluyor.
RTE, ertesi gün kendine geliyor ve yeni seçimlere gidileceğini söylüyor. Deniz Baykal görüşme için “tamamen ülkenin siyasi konumunun istişare edildiği bir görüşme olmuştur.” açıklaması yapıyor.
24 Haziran 2018 seçimlerine geliyoruz. RTE, yine zor durumda. Sandıklar açılıyor ve durum onun için pek parlak görünmüyor; RTE ortalıkta yok. İmdadına, onun “rakibi” Muharrem ince ve partisi CHP yetişiyor. Henüz oylar sayılmamışken, İnce, “Adam kazandı” diyor ve seçim sonuçlarını belirliyor. Cumhurbaşkanlığı RTE’ye altın tepside sunuluyor. Bu ikramı reddetmek olmazdı. Oylar sayılmadan RTE, kendini Cumhurbaşkanı ilan ediyor.,
Zaten, Kılıçdaroğlu, Faşist Devlet Bahçeli ve RTE ile birlikte katıldığı Yenikapı mitinginde "Söz konusu vatansa gerisi teferruattır." dememiş miydi!
Neydi bunun anlamı? Bunun anlamı, birleşik devrime karşı, RTE ve onun dinci faşist iktidarının ayakta tutulmasıydı. Bu, tekelci sermayenin politikasıydı. Tekelci sermaye, henüz 90’lı yılların sonunda iken, bir türlü engelleyemediği birleşik devrime karşı dinci faşist bir iktidarı planlamış ve tüm güçlerini onun arkasında dizmeye karar vermişti. Dinci faşist iktidar bu yüzden tekelci sermaye için olduğu kadar CHP için de vazgeçilmezdi.
CHP’li yöneticilerden Engin Altay’ın şu sözleri duruma tam bir açıklık getiriyor:
“Recep Tayyip Erdoğan bir darbeyle oradan inmeyecektir, inemez. Böyle bir şeye tevessül edilirse Erdoğan’dan ve AK Parti’den önce Cumhuriyet Halk Partisi o girişim karşısında görevini yapar. Göğsünü siper eder. Seçilmiş Cumhurbaşkanını kimse oradan indiremez. Buna gücü yetecek bir tank, top henüz icat edilmemiştir.”
Sosyal reformistlerin ve uzlaşmacıların “demokrasi gücü” işte budur.