Türkiye adına dinci faşist iktidar Libya’da ne arıyor? Yanıt, ilk bakışta belli: Elbette petrol arıyor. Ama bu arama, bulunmamış olanı, henüz keşfedilmemiş olanı bulma, keşfetme anlamında değil. Bulunmuş, işletilmekte, dünyaya ihraç edilmekte olanı yağmalama arayışıdır.
Dolayısıyla, sözü fazla uzatmadan şu teşhisi koymakta sakınca yok: Türkiye, dinci faşist iktidar eliyle Libya’da tam bir yağma savaşının ortasında yerini almış durumda.
Suriye-Rojava topraklarında işgal ve ilhak savaşlarının yanına (G.Kürdistan’daki işgali şimdilik saymazsak) bir süredir bu yağma savaşı eklenmiş bulunuyor.
Biraz uzun olacak ama hiç bir spekülasyona izin vermemek için RTE’nin şu sözlerini aktarmakta yarar var:
“Misrata, Sirte, Cufra buralar hayati yerler ve buralarda ilerliyorlar. Hedef Sirte ve çevresini almak. Tabi buralar petrol kuyularının olduğu bölgeler. Bunlar büyük bir önem arzediyor. Bunlar hallolduğu zaman şerit çok daha rahat olacak. (Sarrac’ın kontrolünde bölgeleri göstererek) Deniz tarafı da çok önemli, buralarda doğalgaz kuyuları söz konusu. Bu da çok büyük bir önem arz ediyor. Ülkenin güneyinde petrol kuyuları bulunuyor, bunlar çok önemli, tabii bu Rusya’yı rahatsız ediyor.”
Ülkenin, yani Libya’nın güneyinde “petrol kuyuları” bulunuyor ve bu gizlenemeyen bir iştah kabarmasına yol açıyor. Ağzından bu sözler dökülürken RTE’nin ağzının suyunun aktığını tahmin etmek zor değil.
Ağız şapırdatmaya yol açacak başka şeyler de var. Petrol kadar önemli olmasa da, Kaddafi döneminden kalma on altı milyar doları bulan inşaat taahhütleri gibi.
RTE’yi böyle konuşturan son dönemde, önemi çok abartılan bir kaç askeri zafer oldu. Ama erken öten horozların akıbetini herkes bilir.
Nitekim, Hafter güçlerine karşı elde edilen söz konusu zaferlerden hemen sonra Mısır inisiyatif aldı ve bir ateşkes planı sundu. Yağma savaşının öbür kanadı boş durmuyordu. Üstelik Arap Mısır çok daha etkiliydi.
Mısır’ın “ateşkes” çağrısı, Türkiye ve onun güdümündeki Sarrac denen adam dışında, ABD’den Rusya’ya, Fransa’dan BAE’ne kadar bütün devletler tarafından destekleniyor. Ve bu anlaşmanın Türkiye’yi en çok ilgilendiren ve en çok etkileyecek maddesi, “bütün yabancı silahlı güçlerin Libya’dan çekilmesi”dir.
Bunun anlamı basit: ABD’den Rusya’ya, Mısır’dan diğer Arap devletlerine kadar, oradan Fransa, Yunanistan, hatta İtalya’ya kadar çok geniş bir güç Türkiye’ye “kiralık çetelerini ve diğer silahlı güçlerini çek” diyorlar.
Ama bundan daha önemlisi var. Dar kafalı burjuvaların, buna tabii ki dinci faşist iktidar dahil, hesaba katmadıkları şey, halkların iradesidir. Yabancı toprakların işgali ezilen halklarda, her zaman ulusal başkaldırıya yolaçar. İşgalciler, bu ulusal başkaldırı savaşı karşısında eninde sonunda çekilip gitmek zorunda kalırlar.
Libya’da bunun işaretleri ortaya çıkmaya başladı bile. İşte, Libya halklarından gelen son bir açıklama:
“Erdoğan eliyle gerçekleşen Türk istilasının açık ihlallerinden savaş suçlarına kadar Libya’da bütün yaptıklarını izliyoruz... Daha önce atalarımızın yaptığı gibi Türk işgalcileri Libya'dan çıkarmak için bütün gücümüzü ve olanaklarımızı ölümüne kullandığımızı ilan ediyoruz, atalarımızın yolundayız..”
Türkiye’nin silahlı güçlerinin, kiralık çetelerinin Libya’daki varlıklarının Arap halkındaki karşılığı “Osmanlı istilası”dır.
Tam da bu yüzden ne Suriye’de, ne Libya’da Türkiye’nin geleceği var. Onu orada bekleyen hezimetten başka bir şey değil.
Türkiye, bir savaşın içinde... bunun tartışılacak bir yanı kalmamıştır.
Sorun, sınıf bilinçli devrimci öncü işçilerin bu önemli konuya nasıl yaklaşacakları ya da nasıl yaklaşmaları gerektiğidir.
Kitleler, savaşa karşı bir mücadele içine girdiklerinde sınıf bilinçli devrimci öncü işçi, tereddütsüz biçimde onların yanında yer alıp desteklemelidir. Ancak bu, devrimci öncünün politikası açısından eksiktir.
Sınıf bilinçli işçinin bu koşullardaki politikası, “kendi” hükümetinin yenilgisini istemek, savaşın yol açacağı ağır bunalım koşullarından burjuva iktidarı bir devrimle yıkmak için yararlanmak biçiminde olmalıdır.
Herhangi biçimde ya da hangi bahaneyle olursa olsun “kendi” hükümetini desteklemek sosyal şovenizmdir. Yani sözde sosyalist olmak ama gerçekte “vatanseverlik” adına “kendi” burjuva sınıfının uşağı olmaktır.
Gerçek, tam ve kalıcı demokratik bir barış ancak savaşın kaynağı olan faşist devlet ve onunla birlikte burjuva egemenlik yıkılarak; onun yerine sosyalizmi hedefleyen devrimci demokratik bir iktidar kurularak sağlanabilir.
Suriye ve Libya savaşlarında dinci faşist iktidarın uğrayacağı bir hezimet işçi sınıfına, emekçi yoksul sınıflara, ezilen halklara kalıcı ve demokratik bir barışı gerçekleştirmenin koşullarını sağlayacak. Eskiden Fizan, adı sanı unutulsun istenenlerin sürüldüğü çöllük alandı Libya’da. Dinci faşist iktidar eliyle tekelci sermaye, şimdi o çöllere koşar adım ilerlemekte.