Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, her tarafa ve herkese saldırdıkça saldırıyor. Libya’da savaşıyor, Suriye’de savaşıyor, işgal ettiği Afrin, Cerablus, El Bab’ı ilhak denemeleri yapıyor, bu yönde adımlar atıyor; Tel Abyad ve Serekaniye’yi her gün bombalıyor.
Son savaş cephesi, Haftanin oldu. İki-üç gün önce G. Kürdistan’ın bir çok bölgesini savaş uçaklarıyla bombaladıktan sonra kara birliklerini G. Kürdistan’ın yeni bölgelerine soktu. Zaten sözkonusu topraklarda varolan askeri birliklerine yenilerini kattı ve işgal alanlarını genişletme planını devreye koydu.
Bu noktada Türkiye ve Kürdistan devrimci/sol hareketinde neredeyse boş inanç haline gelmiş olan iki noktayı düzeltmek; iki ezberi bozmak gerekiyor.
Birincisi, faşist devlet ve dinci iktidarın tüm bu savaş hamlelerini, saldırganlığı eriyen oy miktarını artırmak için yaptığı iddiasıdır. Bu iddia tümüyle temelsiz, sığ ve bilimsel dayanaktan yoksun. Tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist güçler, bir partinin oy kaygısıyla kendilerini savaşa sürüklemelerine izin vermez. Aksi düşünce, tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist mali sermayenin değil de bir adam ve şürekasının egemen olduğunu ileri sürmektir.
Aslında, sosyal reformistlerin ve uzlaşmacıların tüm düşünce sistemi, itiraf etmedikleri bu kabule, yani, tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist mali sermayenin değil, iktidardaki partinin ve onun başındaki adamın egemen olduğu kabulüne dayanır. Bunun bilimsel olmadığını, hurafeden ibaret bir iddia olduğunu izaha gerek var mı? Yok.
İkinci nokta, ya da yavaş yavaş bir ezber haline gelmeye başlayan iddia: Türkiye bu işgal ve ilhak girişimlerini, bu savaşları tek başına, kimseye sormadan ve kimsenin onayını almadan, Osmanlı hayalini canlandırmak amacıyla yapıyor. Bazıları bunu biraz daha ileri götürerek Türkiye’nin “emperyalist” karakteriyle ilişkilendiriyor.
Buna kargalar bile güler! Emperyalistlerin onayını almadan faşist devletin değil bir ülkeye savaş açmak, bir asker göndermesi bile sözkonusu olamaz. Emperyalistlerin onaylamadığı bir savaş ya da askeri girişimi nasıl önleyeceklerini görmek için “Sezar Yasaları”na bakmak yeter. Elbette anlama yeteneği olanlar için..
Türkiye, Tel Abyad, Serekaniye, Afrin, Cerablus, El Bab’ı ABD’nin sadece onayını alarak değil, desteğini de alarak işgal etti. Türkiye’nin İdlib’teki varlığının arkasındaki güç, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’dır. Türkiye’nin Ortadoğu’daki saldırganlığını anlayabilmek için Türkiye-ABD ve Türkiye-NATO ilişkilerinin ruhuna vakıf olmak lazım.
Neyse ki, artık başka politik güçler de, aşağıdaki örnekte görüleceği gibi bu gerçeği görüp kabul etmeye başlıyorlar:
“Türkiye, şu an Güney Kürdistan’da önemli bir askeri gücüyle işgalci devlet konumunda. Birçok yere yerleşmek üzere gitti, kaldı. Zihniyet olarak Kıbrıs politikası, İskenderun-Hatay politikası neyse, bugün de Afrin, Gri Spi (Tel Abyad), Serekaniye, Güney Kürdistan aynı. Buralarda PKK’yi, gerillayı gerekçe gösteriyorlar. Ama Türk devlet aklı bu. Osmanlıcı, işgalci, hegemon, bölgede eski gücüne ulaşmak istiyor. Bu sadece Türk devletinin değil, Türkiye’yi kendi politikaları çerçevesinde kullanmak isteyen, başta ABD, İngiltere, Almanya’nın başını çektiği NATO da bu konsepte okey diyor. Yoksa onay almadan Türkiye’nin kendi başına böyle bir operasyon yapma imkanı yok.”
Uzatmadan, nihayetinde, önce savaş uçaklarıyla, dün ise kara birlikleriyle G.Kürdistan’a başlattığı işgal hareketi Irak ve G.Kürdistan Yönetiminin onayı ve ABD ile NATO’nun onay ve desteğiyle yapıldığı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor: “İsminin açıklanmasını istemeyen üst düzey Türk yetkili, PKK'nın güçlerini, rotalarını ve lojistik kabiliyetini yok etmek amacıyla başlatılan operasyonların Iraklı yetkililerle yapılan görüşmelerden sonra başladığını açıkladı.”
Kınama, endişe açıklamaları, nota vermeler kimseyi aldatmamalı.
Türkiye’nin bu saldırgan politikasının arkasında öncelikle ABD ve NATO var. Çünkü bu güçler, işin başından beri, Kürt halkının özgürlük savaşını, Kürdistan devrimini boğmak istiyorlar. Kürdistan ve Türkiye birleşik devriminin boğulmasında bölge gerici devletleri -buna G.Kürdistan dahil- , tüm emperyalistlerin ortak çıkarı var.
Şimdi bir ara soru: PKK somutunda Kürt halkını imha savaşına destek veren emperyalistler Rojava’da, Kürt “ulusunun birliği” için neden bu kadar çırpınırlar dersiniz? Ya da, Türkiye’nin ajanı/işbirlikçisi olduğunu dünya alemin bildiği ENKS’yi neden Rojava yönetimine sokmaya çalışıyor dersiniz?
Soruyu sorduk, devam edebiliriz.
Bir dış savaş, dışarıya yönelik saldırganlık, burjuvazinin proleter ya da bir halk devrimini önlemek için, her zaman başvurduğu bir politikadır. “İç savaşı önlemek ya da kazanmak istiyorsan bir dış savaş çıkar” burjuvazinin her daim şiarı olmuştur.
Peki sonuç?
Sonuç, genellikle, burjuvazinin amaçladığının tam tersi olmuştur.
G. Kürdistan’a yapılan son saldırının da aynı akibetle sonuçlanacağından şüphemiz yok; dünya emekçi ve ezilen halkları Kürt halkıyla beraber.
Bir kez daha Kürt halkı yalnız değildir!