Önce, ununu elemiş, eleğini duvara asmış eski bir güreşçinin bir bankanın yönetim kuruluna atanması haberi düştü ortalığa. Bununla birlikte, dolgun maaşlı üç yerde daha görevliydi. On parmağında on marifet olduğundan değil, imza atmayı bilmesinin bu kurumlarda görev almasına yeterli geldiğinden. Hazret dört yerden maaş alıyor. Öyle böyle maaşlar da değil.
Arkasından, RTÜK Yönetim Kurulu Başkanı’nın, görevi devam ederken, Halkbank Yönetim Kurulu üyeliğine atanması haberi geldi. Üç kurumda daha görevliydi. Hem de dolgun maaşlı kurumlarda. Açıklama yaptı, dört kurumdan maaş aldığı iddiası iftiraydı, sadece üç yerden maaş alıyordu.
Zamanında, “Özgül Ağırlık” Bülent Arınç’ın “Verdikçe veriyor Allahım” sözünü anımsatırcasına, deştikçe yeni haberler geliyordu.
Devletin tepesindeki kişinin mahdumunun okul arkadaşları yine devletin tepesindeki kurumlara atanıyordu. Sonuncusu, İmam Hatip mezunu, başka bir sıfatı da yok, THY Yönetim kuruluna atanmıştı. Milleti şeyhimiz uçuracaktı bundan böyle.
THY’nın üç yüz uçaklık filosuna karşılık altı yüz müdürü vardı: Uçak başına iki müdür.
Bunlar göze çarpanlar. Ama asıl deve yükü göze çarpmayan işlerde dönüyor. Eş-dost-akraba atamaları bunların başında geliyor. Uzun tutmadan, bir kaç örnek verip geçeceğiz.
Bir Teknik Üniversite Rektörünün üç kızı ile iki damadını devletin bir kurumundan alıp yanında görevlendiriyor.
Dinci faşist partinin kadın kolları başkanı, milletvekili seçilince, kendisiyle birlikte, gönül ilişkisi yaşadığı kişiyi, uçan balon misali, elinde tuttuğu gibi devletin tepe kurumlarından birine taşıyor.
Saymakla bitmez; bu kadarı yeter.
Genel olarak burjuva devlet, toplumu bir zar gibi saran ve tüm yaşam gözeneklerini tıkayan bir asalaktır.
Verdiğimiz örnekler de gösteriyor ki, dolgun maaşlı yönetim kurulları, devlet kurumlarının tepe noktasındaki kişiler, bürokrasi; bunların hepsi ama hepsi “olmasa daha iyi olur” denecek kurum ve görevlerdir. Ama bunlar proletaryanın ürettiği artı- değeri bir vantuz gibi çeker ve onunla beslenirler.
Nasıl ki, “Kişileşmiş sermaye olma dışında kapitalistin tarihsel bir değeri olmadığı gibi, bu tarihsel varolma hakkına da sahip değil”se, bu kurum ve görevler de ne bir toplumsal gerekliliğe dayanıyorlar ne de varolma hakkına sahipler.
Bunlar bir toplumsal ihtiyaçtan değil ama burjuvazinin, tekelci sermaye sınıfının, küçük bir azınlık da olsa, toplumun bir kısmını, emekçi sınıfların cebinden çıkacak bol maaşlarla kendine bağlama ihtiyacından doğuyorlar.
Tekelci kapitalistler, kapitalist olarak, tarihsel varolma hakkına sahip değiller. Koç ailesinden her hangi birine holdinge ait fabrikaların en azından bir kaçının yer ve adını sorsanız bilmez. Tek tek fabrikaların üretiminden, bilançosundan vb vb habersizdir. Şöyle de diyebiliriz: Koç Holding’e ait herhangi bir fabrikada üretimin sürmesi için, Koç ailesinin hiç bir ferdine ihtiyaç yoktur.
Aynı şey burjuva devletin tepesine çöreklenmiş, oradan nemalanan, dolgun maaşları cebe indirenler için de geçerlidir. Vakıfbank’ta işlerin yürümesi için hikayedeki güreşçimizin varlığına ihtiyaç yoktur. Halkbank’ta işlerin yürümesi için, üç-dört yerden maaşları cebe indiren adama ihtiyaç yoktur.
Bu adamların yapacağı işi, tarlasındaki her köylü, dükkanındaki her esnaf, tezgah başındaki her işçi rahatlıkla yapar. Demek ki, devletin, şirketlerin, bankaların kayıt kuyut işlerini yapmak için ayrıcalıklı tabakaya gerek kalmamış. Bunlar, proletaryanın sırtından geçinen asalaklardır.
Daha önce de işaret ettik: Vergi, devleti emziren bir memedir. Örneğimizde de görüldüğü gibi, devlet büyük bir gider kaynağıdır. Devletin iki büyük gider kaynağı, sürekli ordu, polis, -şimdi buna bekçilik eklendi- ve devlet memurluğudur.
Burjuva devrimlerin hepsi, halka “ucuz hükümet” vaat etmişlerdi. Ancak hepsi asalak burjuva devlet makinasını yetkinleştirerek ve toplumun en ücra köşesiyle temas kuracak denli büyüterek vaatlerinin tersini yaptılar.
Burjuva egemenlik koşullarında başka türlü de olmazdı. Sırası ve yeri gelmişken 90’lı yılların hemen başında Özal’ın “devleti küçülteceğiz” masalına inanan; bunun üzerine sayfalarca yazı yazan “sosyalistleri” anımsamadan edemiyoruz. Ne naif bir davranış, burjuvaziye ne büyük güvendi o öyle.
Devam edelim.
Burjuva devlet, her zaman, ama özellikle de sınıf savaşının şiddetlenmesiyle birlikte büyümek, yayılmak, genişlemek; toplumun her birimiyle temas kurmak zorundadır. Sınıf savaşı şiddetlendikçe tekelci sermaye sınıfının jandarma kuvvetinde, polis sayısında ve teçhizatında, memurcuk ordusunda vb vb indirime gitmesini; tosuncuklarına arpalıkları kapatmasını beklemek katıksız ve bir o kadar da zararlı bir ütopyadır.
Toplumun tüm yaşam gözeneklerini tıkayan, sırtına yapışmış tüm kanını emen bu asalaktan kurtulmanın tek yolu, büyük gider kaynaklarını, sürekli orduyu, polisi, memurcuklar ordusunu; kısacası faşist devleti yıkmaktır.
Bu, birleşik devrimin işidir.