Faşist devletin askeri saldırganlığıyla ilgili son haber, G.Kürdistan’ın Süleymaniye kentine bağlı Kunemasi piknik bölgesine yaptığı bombalama oldu. Uçak bombardımanında bir kişinin öldüğü, altı kişinin yaralandığı haberi geçildi.
Türk uçakları bir otomobili hedef almışlardı. Belli ki bir istihbarata dayalı bir saldırıydı. Kısa bir süre önce de Türk askeri güçleri istihbarata dayalı bir saldırı gerçekleştirmiş, üç yurtsever kadın yaşamını yitirmişti.
Peki Türk askeri güçleri G.Kürdistan’da böyle nokta hedef, anlık istihbaratı nederen alıyor? Bu sorunun yanıtını KCK’nin en yetkilisinden alıyoruz, şöyle: “KDP ve YNK, MİT’e bilgi veriyor.” Aslında bu zaten herkesin bildiği bir “sır” idi. Bilgi vermenin de ötesinde Türk ordusuna askeri faaliyetlerinde destek ve koruma sağladıkları, ihtiyaç duyulan anda ortak operasyonlar yaptıkları biliniyor.
Kime karşı? Türk ordusunun G.Kürdistan’daki düşmanları kim ise, kime karşı savaşıyorsa ona karşı tabii ki. Yani UKH ve Kürt halkına karşı. “Şêladizêliler KDP’nin her gün sivil halka yönelik katliam gerçekleştiren işgalci Türk devletine destek vermek amacıyla bölgeye geldiğini doğruladı.”
Geçerken not düşmüş olalım: Şêladizê, Türk ordusunun bir üssünün olduğu ve geçtiğimiz sene bu üssün Kürt halkı tarafından yerle bir edildiği yerdir.
Demek ki, Türk ordusunun bu bölgeye saldırısı salt bir işgal harekatı değil, fakat aynı zamanda bir intikam eylemidir.
Fakat sorun elbette bunun çok daha ötesinde bir içerik ve derinliğe sahip. Meselenin bir yanı, Türkiye’nin işgal ve ilhak politikası ise diğer yanı da Kürt halkının özgürlük savaşının bastırılması, Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin ezilmesidir.
Bu iki amaç ya da hedef birbirinden ayrılamayacak kadar birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Birini yapmadan ötekini başaramazsın, ikincisini başarmadan birincisini gerçekleştiremezsin. G.Kürdistan burjuvazisi ve politik-askeri güçleri sorunun ikinci yanıyla, yani K.Kürdistan Kürt halkının özgürlük savaşının; daha somut bir şekilde ifade edersek UKH’nin Türkiye karşısında yenilmesiyle ilgililer.
Çünkü, G.Kürdistan burjuvazisi ve politik-askeri güçleri K.Kürdistan halkının özgürlük savaşını kendileri için, deyim yerindeyse, bir baş ağrısı olarak görüyorlar. UKH’ne “kendi topraklarınıza gidin” diye çağrı yapmalarının nedeni de, anlamı da bu. Irak burjuvazisi ve devleti de aynı yaklaşım ve düşünce içindedir.
Bu yaklaşımda sorunun bir yanı burjuva darkafalılığıdır. Bu adamlar, UKH’nin yenilmesi durumunda Türkiye’nin kendi sınırlarına çekileceğini, kendilerini rahatsız etmeyeceğini sanıyorlar. Tam bir burjuva ahmaklığı. Çünkü, Türkiye bugün için G.Kürdistan’a dört başı mamur bir işgal harekatına girişmiyorsa, önündeki en büyük engel UKH olduğu içindir.
Türkiye, sadece UKH’ni ortadan kaldırmak K.Kürdistan halkının özgürlük savaşını ezmek istemiyor; bunların yanı sıra, savaşsız kaybettiğini düşündüğü eski sınırlarına, Osmanlı dönemi sınırlarına genişlemek istiyor. Bahçeli, devletin, tekelci sermaye sınıfının bu arzu ve emellerini bundan üç yıl önce, G.Kürdistan referandumunu bahane ederek, şöyle açıklamıştı:
“Biz Barzani’nin acilen ıslah olmasını, yanlıştan dönmesini arzuluyoruz. Aksi halde, Irak’ın toprak bütünlüğü bozulur. Bölgesel statü alt üst olursa 1926 Ankara Antlaşması başta olmak üzere, uluslararası antlaşmalardan doğan haklarımızı sonuna kadar kullanmalıyız. O zaman geldiğinde, şartlar oluştuğunda, tarih coğrafyaya dar geldiğinde Misak-ı Milli uyanacak; 81 Düzce’den hemen sonra 82 Kerkük, 83 Musul deme hakkının önünde hiçbir güç duramayacaktır.”
Aynı Bahçeli, bu sefer başka bir vesileyle aynı konuyu gündeme getiriyor ve şöyle diyor:
“Misak-ı milli haritasında Batum, Halep, Rakka, Deyr-i Zor, İdlib, Süleymaniye, Musul ve Kerkük' Türkiye toprağı olarak gösterilmiştir. Şimdi anlaşıldı mı niye 82 Kerkük, belli oldu mu niye 83 Musul? Bugünden 84'ü söylemeyeyim, çünkü 85'in heyecanı kalmayacaktır. Misak-ı Milli'den vazgeçmek gelecekten vazgeçmektir.” Bu sözlerin Devlet Bahçeliye değil, bizzat faşist devlete ve tekelci sermaye sınıfına ait olduğundan şüphe duyulmasın.
G.Kürdistan burjuvazisinin ve politik-askeri güçlerinin yaklaşımındaki sorunun ikinci yanı ise, burjuvazinin kendi dar sınıf çıkarlarını nasıl kendi ulusunun özgürlük çıkarının üstünde tuttuğudur. Bu, burjuvazinin sınıf karakterinden kaynaklanan evrensel yaklaşımıdır. Bu konuya daha önce değinmiş olmakla birlikte konunun tekrar tekrar ele alınması gerektiğini düşünüyoruz; ancak şimdi değil.
Sonuçta bölge gericiliği ve emperyalist güçler, bu amacını gerçekleştirebilmesi için faşist devlete açık çek vermiş durumdalar.
İzni ve onayı olmadan Türkiye’nin nefes almaya bile cesaret edemeyeceği ABD’den şimdiye kadar tık yok; bundan sonra olsa bile Kürt halkını aldatmak için bir iki lakırdı eder, o kadar. Almanya zaten öyle. Libya için Türkiye ile gırtlak gırtlağa gelen Fransa üç maymunları oynuyor. Irak hükümeti, topraklarını işgal eden bir devlete “sessiz kaldı” denmemesi; yani hamamın namusunu kurtarmak için “tepki” gösterdi. G.Kürdistan yönetimi de öyle.
İşgal ve ilhakı önlemek için dayanılacak tek güç, yoksul ve emekçi Kürt halkıdır. Ancak bu konu ayrıca ele alınmalıdır.