Türkiye’nin ancak mizah parodilerine yakışacak isimler koyduğu askeri operasyonlarının iki ana hedefi olduğu açık.
Birincisi, Kürt halkının özgürlük savaşını, bununla birlikte birleşik devrimi ezmek ve UKH’nin -yapabilirse tabii- varlığına son vermek.
İkincisi, G.Kürdistan topraklarını, öncelikle faşist Devlet Bahçeli’nin il plaka numaralarıyla sıraladığı Kerkük, Musul ve Süleymaniye’nin işgal ve ilhak edilmesi.
İşgal harekatı olduğu apaçık olan bu askeri saldırıda bir nokta daha son derece açık: Türkiye bu operasyonda başta ABD olmak üzere, Almanya, İngiltere, Fransa gibi emperyalistlerin, NATO’nun, G.Kürdistan yönetiminin, Irak ve İran devletlerinin destek ve onayını almıştır.
G.Kürdistan Yönetimi ve Irak devleti, Türkiye’ye, bu işgal harekatının geçici olacağı ve açıkladığı hedeflerine ulaşınca geri çekileceği umuduyla onay veriyorlar.
Öncelikle şuna açıklık getirmeliyiz. G.Kürdistan Yönetimi’nin olsun, Irak hükümetinin olsun, Türkiye’nin işgaline gösterdikleri “tepki” iki yüzlü, sahtekarca ve kendi halklarını aldatmaktan başka bir amaç gütmüyor. Bu güçlerden Türkiye’nin işgal harekatına karşı çıkmalarını istemek ve bu konuda beklenti yaratmak son derece hatalıdır.
Örneğin Irak Cumhurbaşkanı Salih, “Türk devletinin yürüttüğü bu uygulama, komşu ülkelerle müzakerelerin ve uluslararası anlaşmaların genel bir ihlalidir. Türk devleti Irak topraklarındaki suçlarını durdurulmalı ve birçok sivili öldüren savaş uçaklarının geçişi durdurulmalıdır” diye açıklama yapıyor. Emrinde bir ordu, tankı-topu-uçağı olan biri, kendi topraklarını işgal eden bir devlete karşı bir köyün muhtarı gibi açıklama yapıyor. Bu tür açıklamaların sahtekarca olduğu ve Kürt halkının öfkesine karşı kalkan amaçlı yapıldığından şüphe edilmemeli.
Türkiye, askerini soktuğu topraklardan, kendisini silah zoruyla çıkartan bir güç olmadıkça, kendiliğinden çıkmaz. İşgal ve ilhak etmek, yani toprak kazanmak, her burjuva devletin olduğu gibi, Türkiye’nin genetik kodlarında vardır. Kıbrıs bir örnektir. Boşaltması defalarca istendiği halde, tek bir askerini bile çekmediği Başika üssü bir başka örnektir. Suriye’de işgal ettiği toprakları dünyanın gözü önünde ilhak etmek için yaptığı hazırlık ve girişimler bir başka örnektir.
Dolayısıyla, şunu kesin bir dille ifade edebiliriz: Türkiye, UKH’ne karşı plan ve amaçlarında başarılı olursa, sıra Musul, Kerkük, Süleymaniye’ye gelecek.
Batum mu? Sırasını bilmiyoruz, ama birleşik devrimle yıkılmaz da ömrü vefa ederse, listede olduğunu faşist Devlet Bahçeli bundan üç yıl önce zaten açıklamıştı. Devletin yayılmacı, işgalci ve ilhakçı karakterini vurgulamak için andığımız Batum örneğini bırakıp, güncele dönüyoruz.
Türkiye durudurulamaz mı?
Kesinlikle durdurulabilir ve durdurulmalıdır. Ama bunu yapacak olan güç, kendisini destekleyen Irak Hükümeti, G.Kürdistan Yönetimi filan değil. Türkiye’yi durduracak güç, öncelikle Kürt halkının devrimci kitle mücadelesi ve serhıldanları; onunla birlikte ezen ulusların proletaryası ve emekçi sınıflarıyla yapılacak mücadele birliği sonucu örgütlenecek serhıldanlar, ayaklanmalar, bir dizi devrim girişimleri... Faşist devleti sadece durduracak değil, ama yıkıma da götürecek güçler bunlardır.
Bundan bir yıl önce, kısa süren bir sehıldanla Türk ordusuna ait bir üssü yerle bir eden Şêladizê halkı, bize bunun örneğini verdi. Dün Süleymaniye’de Türkiye’nin işgal harekatına karşı sokağa dökülen Kürt halkı bir başka örnek oluşturdu.
Aslında son haftalarda Kürt halkı, Rojava’dan G.Kürdistan’a kadar her yerde ayakta, Türkiye’nin işgal ve ilhak planlarına karşı eylem halinde. Bu, Kürt halkının ne kadar güçlü bir devrimci enerji biriktirdiğinin; işgali sona erdirecek ve mücadeleyi zafere taşıyacak olanın bizzat bu enerjiden başkası olmadığını gösteriyor.
G.Kürdistan yönetimi ve Irak hükümetini Türkiye’yi destekledikleri halde işgale karşı çıkarmış gibi yapmak zorunda bırakan şey de işte bu devrimci enerjidir. Onların korkusu bundan.
Kürdistan devrimci güçleri emekçi sınıfların ve ezilen halkların bu devrimci enerjisine dayanmalı, onun esas almalılar.
Ulusal birlik meselesinde de sorunun çözüm yolu emekçi sınıflar temelinde, farklı parçalardaki emekçi Kürt halkının birliğinden geçiyor. Yoksa Çavuşoğlu’yla poz verenlerle birlikten değil.
Şüphesiz bu yol zor ve uzun gibi görünüyor. Ama, birincisi, Kürt halkının her yerde şimdiden ayağa kalkmış olduğu unutulmamalı. İkincisi, Kürdistan’da uzun yıllardır süren özgürlük savaşı, Kürt emekçi sınıflarında yüksek bir devrimci bilince yol açtı. Böylesi yüksek bir devrimci bilince sahip bir halkın, devrimci önderlik altında, kısa sürede harekete geçirilebileceği akıldan çıkarılmamalıdır.
Hangi ulustan olurlarsa olsunlar, burjuva güçlere değil, emekçi sınıflara güvenmeli, onlara dayanmalı.
Zaferin başka yolu yok.