Şimdi dinci faşist iktidarın başlıca sloganı şudur: “Daha çok baskı, daha çok yasak, daha çok tehdit.”
Sınırsız bir faşist diktatörlük için yol üstündeki tüm engeller kaldırılmalı. Henüz şeklen de olsa varlığını koruyan “genel oy hakkı” dahil buna. 12 Mart faşizmi genel oy hakkını kaldırmamıştı. 12 Eylül faşizmi “en kısa sürede genel seçim” vaadiyle anayasayı ortadan kaldırmıştı.
Dinci faşist iktidar, genel seçimleri yani genel oy hakkını şekil düzeye indirdi, anlamsız hale getirdi; “atı alan üsküdarı geçti” sloganını oyların sayılması yerine ikame etti.
Fakat tüm bunlar yetmedi. Halk kitlelerinin, birleşik devrimin toplumsal ordusunun düzene yönelik tehdidini ortadan kaldıramadı. Emekçi sınıflar, ezilen halklar her fırsatta devrimci enerji biriktirdi; her fırsatta düzene, dinci faşist iktidara öfkesini, başkaldırma eğilimini ortaya koydu.
Öyleyse daha çok baskı, daha çok yasak, daha çok tehdit diye haykırmaya başladı dinci faşist iktidar.
Barolara saldırdı, kararlılık gösterisi olarak Baroları dağıtacak yasayı çıkardı çıkaracak. Arkasından sıranın diğer meslek odalarına geleceğini ilan etti.
Kıdem tazminatına saldıracağını açıkladı, hazırlıklara başladı. “İstanbul Sözleşmesi”nden ayrılma çalışmalarına başladı. Kadınlara saldırıları artarak devam ettireceğini gizleme ihtiyacı duymuyor; taciz, tecavüz, sapıklık, ne varsa mazur göstermekte ısrar edeceğini belli ediyor.
En çok kullandığı sosyal medya silahı kendisine dönünce, bu alana yönelik yasaklayıcı, kısıtlayıcı çalışmalara başladı. Yüzbinlerce siteye erişim engelleniyor, fişlemeler yapılıyor, savcılık soruşturmalarıyla toplumun nefesini kesmeye çalışıyor. Sosyal medya üzerinden onbinlerce dava açılmış, binlerce mahkumiyet kararı verilmiş.
Yetmiyor. Burjuva legalitesi bile boynunu sıkan bir demir mengene gibi dinci faşist iktidarı boğuyor. “Boğucu legalitenin demir çemberini kırmak gerekir” diye haykırıyor. Bunun için daha çok baskı, daha çok yasak, daha çok tehdit diye sayıklıyor.
Böylelikle birleşik devrimi önlemeyi umuyorlar; tersi oluyor. Birleşik devrimi her yere, her eve taşıyorlar.
Tekelci sermaye sınıfı ve dinci faşist iktidar tüm yetkileri merkezileştirerek, baskı ve yasakları yoğunlaştırarak, terörü, işkenceyi, zindanları kullanarak birleşik devrimi önleyeyim derken gerçekte zor yoluyla devrimin mekanizmasını hazırlıyor.
Çünkü bu baskı ve yasaklar, bu tehditler bunlara karşı direnci, mücadele isteğini, bütün bunları kaynaklarıyla birlikte ortadan kaldırma arzusunu her eve, her fabrikaya, her bilgisayar başına, hatta her köye taşıyor.
(Geçerken değinelim, “z kuşağı” diye isim uydurdukları gençliğin apolitik yetiştiğini sanan darkafalılar, şimdi her evde, her okulda, her atölyede politika konuşulduğunu, iş cinayetlerinin hükümet eleştirisine dönüştüğünü, kadın cinayetlerinden dinci faşist iktidarın sorumlu tutulduğunu, tüm bunların en hasından politika olduğunu, işçi gençliğin doğası gereği politik olduğunu, bir bütün olarak gençliğin ise bu ortamın tam göbeğinde olduğunu akıl bile edemiyorlar)
Sosyal medya üzerine getirecekleri yasak ve denetim işte böyle bir sonuca yol açacak. Bu arada öğreniyoruz ki, sosyal medya üzerine getirecekleri yeni düzenlemede “kişilerin şeref ve itibarının korunması için 'unutulma hakkı'” diye bir şey getireceklermiş.
Özü-özeti şu: toplum bazı kişilerin geçmişlerine ilişkin internette arama yapamaya kalktığında bilgiler “unutulma hakkı” adı altında silinmiş olacağı için hiç bir bilgiye ulaşamayacak. Yolsuzluk dosyaları, rüşvet, ihale komisyonları, grift ilişkiler unutturulmak isteniyor.
Acz içinde kıvranıyor dinci faşist iktidar. Bu düzenlemeyle kimin “şeref ve itibarının korunmak istendiğini şimdi bir ilkokul çocuğuna sorsanız size anında malum kişiyi göstereceğinden emin olabilirsiniz.
Ne yapsalar birleşik devrime çalışıyorlar. Attıkları her adım, emekçi sınıflara, ezilen halklara, yoksullara, gençliğe bir devrimin gerekliliğini, zorunluluğunu hatırlatıyor.
Dinci faşist iktidarın son adımlarından bir “arşiv ve güvenlik soruşturması” konusunda. Ayrıntılar bir yana, kişinin devlet memuriyetine alınması için artık bekçinin, kişinin yaşadığı mahalledeki bakkalın, mahalledeki dinci faşistleri görüşleri alınacak ve karar bu görüşler temelinde alınacak.
Bu, faşist devletin kılcal damarlarına kadar faşist kadrolarla doldurulması, faşist olmayan en sıradan bir memurun bile memuriyetten atılması anlamına gelecek. Kişinin işsizliğe, açlığa mahkum edilmesi için bir bekçinin, mahalle bakkalının, imamın, kısacası bir cübbelinin beyanı yeterli olacak.
Bütün mesele, arkasındaki kitle desteği güneş altındaki buz gibi eriyen dinci faşist iktidarın halkın istencine rağmen varlığını sağlamlaştırarak sürdürmek. Bu yüzden şimdi dayanaklarını artık Türkiye ve Kürdistan’da değil, dışarda, yeni toprakları işgal ve ilhakta arıyor.
Ne yapsalar nafile!