Toplumlar tarihinde en hızlı dönüşümler bile on yıllarla ölçülen dönemlerde mayalanır. Ardından tüm çıplaklığıyla görüngü olarak ortaya çıkması, görece kısa dönemlerde gerçekleşir. Emperyalist-kapitalist sistemde hegemon kuvvet değişimi de bu kurala uygun işledi.

İkinci emperyalist paylaşım savaşında muzaffer devletler arasına kendini sokuşturan İngiltere, gerçekte, emperyalist-kapitalist dünyaya liderlik yapacak güç ve yeteneğini yitirmişti. Bu gerçeği ortaya çıkarmak, kral çıplak demek ve “İngiltere İngiltere artık sen bir hiçsin” demek Sovyetler Birliği’ne düştü.

1956-57 yıllarında Süveyş Kanalı bunalımı çıkınca İngiltere ve Fransa, her zamanki küstahlıkları, kibirleri ve saldırganlıklarıyla ani biçimde Mısır’a saldırıp işgale başladılar. İsrail onlardan bir adım öndeydi. Bu üçlü akbabanın saldırganlığı, Mısır ve Cemal Abdülnasır’ı destekleyen Sovyetler Birliği’nin sert ve tehdit dolu tepkisi sonucu durdu. İngiltere ve Fransa bir kaç gün içinde tası tarağı toplayıp geri çekilmek zorunda kaldılar. Bir yıl sonra da İsrail... İngiltere artık istediği gibi at oynatamıyordu.

Fakat bu bir son noktaydı; öncesi vardı. ABD emperyalizmi, “komünizm ve Sovyet tehlikesi”ne karşı dünya savaşından harap halde çıkmış Avrupa kapitalizmini ve burjuva devletlerini tekrar ayağa kaldırmak için kolları sıvamıştı bile.

1947 yılında, 2. paylaşım savaşının bitiminden yaklaşık iki yıl sonra, ABD Başkanı Harry Truman kendi adıyla anılan doktrini açıkladı. Doktrinin özü, komünizme ve Sovyetler Birliği’ne karşı, Avrupa kapitalizminin ayağa kaldırılması için ABD’nin lider devlet görevini üstlenmesi; bu çerçevede Avrupa devletlerine ekonomik, mali, askeri destek sağlanmasıydı. Aynı yıl 5 Haziran’da, ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, yine kendi adıyla anılacak “Marshall Planı”nı açıkladı. Marshall Planı, Truman doktrininin ekonomik ayağını oluşturuyor ve onu tamamlıyordu.

ABD, bu hamlesiyle, emperyalist-kapitalist dünyanın liderliğini resmen değil ama fiilen eline almıştı. On yıl sonra, 1957’de, Süveyş Kanalı bunalımda İngiltere’nin Sovyetler Birliği karşısında düştüğü utanç verici durumdan sonra ABD, bu liderliği resmen ilan etti. Ocak 1957’de ABD, “Eisenhover Doktrini”ni ilan ederek, ABD’nin tüm emperyalist-kapitalist dünyayı -onlar buna ‘hür dünya’ diyorlar- koruma sorumluluğunu üzerine aldığını dünyaya duyurdu.

Sovyetler Birliği ve komünizme karşı ABD emperyalizmi, özellikle Ortadoğu’da -onun öncesinde Kore’de, sonrasında Vietnam’da- İngiltere ve Fransa’nın çekilmesiyle ortaya çıkan boşluğu doldurmak üzere yerleşti.

Buraya kadar tarihsel süreç şöyle bir seyir izlemiş oldu: İngiltere, Hollanda ve Fransa’nın dünya hegemonyasına son verdi. Sonrasında güçten düşmüş, yorulmuş, ısırmak için ağzında diş kalmamış İngiltere yerini ABD’ye bıraktı.

Peki, şimdi herkes ABD’nin hegemonyasını yitirdiğini ya da yitirmekte olduğunu kabul ettiğine göre, ABD’nin yerini almaya aday hangi emperyalist devlet var?

Hiç!

Hiçbir emperyalist devlet ne kendini böyle bir aday görüyor ne de bir güce sahip.

İkinci soru şu: Emperyalist-kapitalist dünya liderliği için gerekli olan dolar da, banka da ABD’de halen çok ve fazlasıyla var. Dahası da var, ABD’nin askeri gücü, diğer emperyalistlerin yanından bile geçemeyeceği kadar, diğerlerinden açık ara önde. Yine de hegemonyası çöküyorsa, neden?

Bu sorulara yanıt vermeye çalışacağız ama önce, dünyaya burjuvazinin gözlüğü ile bakıp burjuva kavramlarla düşünenlerin iki ezberini bozmamız gerekecek. Birinci ezber, ABD’nin -ve öncesinde İngiltere’nin- dünya lideri olduğudur.

Hayır, ABD, dünya lideri ya da hegemonu değil, emperyalist-kapitalist dünyanın lideri ya da hegemonudur. Anlaşılması için pratik bir örnek verelim. Örneğin bugün ABD Başkanı Trump, ABD’ye bağımlı bir ülke ve emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası olan Türkiye’nin başındaki adama, “ahmak olma, akıllı ol” kabilinde bir mektup yazabilir ama bunu yine örneğin Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin liderine yapamaz, yapmaz. Zira yaparsa altından kalkamayacağı yanıtı alacağını bilir. Bu yalnızca bir örnektir, başka ülkelere de uygulanabilir.

Düzeltilmesi gereken ikinci ezber, dünyanın tek kutuplu ya da çok kutuplu olduğudur. Hayır, dünyada ne tek kutup ne de çok sayıda kutup var. Dünyada, yaklaşık, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nden bu yana, iki kutup var. Proletarya ve burjuvazi, emekle sermaye, kapitalizmle sosyalizm. Daha geniş anlamda ele alınırsa, proletaryanın tarih sahnesine bağımsız sınıf olarak çıktığı dönemlere kadar geri gidilebilir. Ama biz şimdilik dar kapsamıyla ele almak istiyoruz ve bu nedenle Ekim Devrimi ile birlikte sosyalizmin bir toplumsal sistem olarak ortaya çıkışını başlangıç noktası olarak kabul ediyoruz.

Evet, sözkonusu tarihten itibaren dünya iki kutuplu oldu ve bundan sonra, emperyalist-kapitalist sistem ortadan kalkana kadar da öyle kalacak. Şunu da ekleyelim: ABD’nin çöküş süreci, onunla birlikte emperyalist-kapitalist sistemin çöküş süreci tek kutuplu dünyaya -aslında kutupsuz demek daha doğru olur- doğru gidişin başladığını gösteriyor.