Bu satırlar yazıldığı sırada “müjde” yeni açıklanmış, dinci faşist iktidarın tam kadrosu “Ankara’dan abim geldi” havasında tam bir bayram yapıyorlardı. Uyanık dinci faşist, toplumun merakının en üst noktaya ulaşmasını bekledikten sonra ağzındaki baklayı çıkardı:
Karadeniz’de 320 milyar metreküplük doğalgaz yatağı bulunmuştu. Rabbi sonunda kulunu görmüş, damdan bir kese altın değil ama deniz dibinden doğalgaz yatağı göndermişti.
Gerçi doğalgaz henüz deniz dibindeydi ve ne olduğu belli değildi ama olsun! Denizdeki balık için karada tava ısıtılmaz diyenler boş konuşmuşlar. Denizin dibindeki doğalgaz için karada pekala bayram edilebilir.
Ama bu kendilerinin sorunu.
Biz, herhangi bir “müjdenin” bu müjde ister bulunduğu söylenen bilmem kaç yüz binlik doğalgaz rezervi olsun, ister bilmem kaç yıl yetecek petrol yatakları olsun, Türkiye’nin verili koşullarında “yeni bir dönem” açıp açmayacağına bakalım.
Çünkü böyle bir iddiada bulunuyordu hazret. Diyordu ki, “Şu anda bu müjdenin biz de hayalleri ve rüyası içerisindeyiz. Cuma günü inşallah bu müjdeyi tüm milletimize vermek suretiyle Türkiye'de yeni bir dönemin açılacağına da şimdiden inanıyorum. Tabii açıklarsam bu işin heyecanı, her şeyi kaybolur. Onun için açıklamamakta fayda var diye düşünüyorum.”
“Bu işin heyecanı” en önemli noktaydı aslında. Gerisi teferruattı. Bir heyecana, toplumun değişik sınıflarını dinci faşist iktidar etrafında toplayacak, birleştirecek bir vesileye ihtiyaçları vardı. Şoven bir hava yaratmak için tekmeledikleri kapıların yüzlerine teker teker kapandığını görüyoruz.
Son Irak macerası dünkü Trump-Kazımi görüşmesinden sonra kapanacağa benziyor. Libya kapısı da kapandı gitti sayılır. “Müslüman kardeş” Sarrac “ateşkes” ilan etti bile. Üstelik, “ateşkes” ilan ettikten, yani savaş baltalarını gömüyorum dedikten sonra şartlar öne sürmek gibi komik bir duruma düşme pahasına bu adımı atmak zorunda kaldı.
“Rabbim” bir kapıyı kaparsa bir kapıyı da açar(!) Suriye, Irak, Libya, Doğu Akdeniz kapıları kapandı ama “İşte Rabbim bize bambaşka bir yerde hem de görülmedik zenginlikte bir kapı açtı.” Unuttuğu bir nokta var: Kapının arkasında ne vardı? Kapının arkasındaki “hazine” kel’e merhem olabilecek miydi... sorun budur.
Bu sorunun açıklığa kavuşması lazım zira, sol cenahta buna inanmaya dünden hazır çok darkafalı var.
Örneğin 80’li-90’lı yıllarda Bakü-Ceyhan petrol boru hattı için faşist hükümetler toplumda böyle bir umut yaratmaya çalıştıklarında pek çok çevre bu oltaya takılmış, hesap kitaplara başlamış ve oradan gelecek dolarlarla Türkiye kapitalizminin bunalımdan nasıl çıkacağı üzerine teoriler yapmaya başlamışlardı. Bakü-Ceyhan petrol boru hattı o zamanlar için büyük bir projeydi.
Aynı değil ama benzer durumla karşı karşıyayız. Bu sefer kulun döşediği bir boru hattıyla değil, “Rabbim”in açtığı bir kapıyla karşı karşıyayız.
Ancak çare olmayacağını peşinen söyleyebiliriz. Çok basit, çünkü tekelci kapitalizmin krizinin nedeni kaynak kıtlığı değil, kapitalist üretim biçiminin kendi iç çelişkileridir. Dünyada ve Türkiye’de kaynak, doğal kaynak kıtlığı yok. Sorun, kaynaklara ve diğer tüm zenginliklere kapitalist sınıf tarafından, hatta bütün sınıf tarafından da değil, bir avuç insan tarafından el konulurken toplumun ezici bir çoğunluğunun bu zenginliklerden mahrum kalmasıdır.
Kapitalizmde sermaye birikimi ve bir avuç elde merkezileşmesi; durmadan birikip merkezileşmesi kapitalist üretim biçiminde bir yasadır. Kısaca, kapitalizmde bir tarafta, zenginler tarafında servet birikirken diğer tarafta, emekçi sınıflar tarafında sefaletin artan oranda birikmesi bir yasadır. Ne “Rabbim”in açacağı kapı ne de yağma, talan, toprak işgali vs bu yasayı değiştirebilir.
Bu yasa, kapitalist toplumdaki sorunların temelinden biridir. İşsizlik, bu kapitalist birikim yasasının sonucudur. Sefalet de, açlık da.
“Bu nedenle, emekçi nüfusu, kendi yarattığı sermaye birikimi ile birlikte, kendisini nispi ölçüde fazlalık haline getiren, nispi artı-nüfus haline çeviren araçları üretmiş olur; ve o, bunu, daima artan boyutlarda yapar. Bu, kapitalist üretim biçimine özgü bir nüfus yasasıdır; ve aslında, her özel tarihsel üretim tarzının, yalnızca kendi sınırları içersinde tarihsel bakımdan geçerli kendi özel nüfus yasaları vardır.” Marx
Marx’ın tahlili, işsizliğin nedeni olarak dinci faşist iktidarı görenlerin cehaletini de ortaya sermiş oluyor. Neden bu nokta üzerinde duruyoruz: Çünkü “müjde”deki bilgiler doğru bile olsa Türkiye ve Kürdistan’da işsizliğin azalması üzerinde ancak bir yağmur damlası kadar etkisi olabilir. İşsizliğin nedeni kapitalist birikimin ta kendisidir. Ve birikim, sermayenin kendini genişletmesi, kapitalist üretimin çıkış noktasıdır.
İkinci önemli nokta, Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığıdır. Uzağa gitmeye gerek yok, taze bir örnek: Türkiye’nin üreteceği söylenen “TOGGO” lakaplı otomobilin motoru Almanya’dan ithal edilecek. Yani Türkiye ne kadar TOGGO üretirse o kadar araba motoru ithal edecek.
Ve bu yapısal durum askeri sanayi dahil, Türkiye sanayinin hemen hemen tüm kolları için geçerlidir. Sanayinin mamul ve yarı mamul girdileri emperyalist ülkelerden ithal edilir. Sınai üretimin her artışında ithalatın da artmasının tek değil ama ana nedeni budur. Bu yapısal bağımlılık hiç bir burjuva hükümet tarafından ortadan kaldırılamaz.
Sadece bu kadar da değil. Emperyalist sermaye Türkiye ekonomisini neredeyse tam ilhak etmiştir. Büyük şirketleri, işletmeleri, fabrikaları, bankaları ya tümden satın almışlar ya da büyük ortağı durumundadırlar. Dolayısıyla Türkiye ve Kürdistan’da üretilen artı-değerin büyük bir kütlesi emperyalist devletlere akmaktadır.
Bütün bunlara iktidarın yolsuzluklarını, israfını, devlet maliyesini soyup soğana çevirmesini, hırsızlıklarını vb vb eklemeliyiz.
Toplumun emekçi sınıflarını her gün yoksullaştıran, tekelci kapitalizmi kalıcı ve yapısal bunalım içine yuvarlayan nedenler orta yerde dururken “Rabbim”in açacağı kapı yaraya merhem olabilir mi?
Olmayacağını biliyoruz.
Başlıkta “Kurtarır mı” diye sorduğumuza bakılmasın, kurtarmayacağını da gayet iyi biliyoruz.