Faşizmin saldırgan ve yağmacı karakteri şu sözlerden daha iyi, daha açık ve daha anlaşılır biçimde ortaya konabilir mi?
İşte o sözler:
“Bizim medeniyetimizde fethetmek, işgal etmek, yağmalamak değildir. Fethetmek, Allah'ın emrettiği adaleti o beldede hakim kılmaktır. Eğer ele geçirdiğiniz bir yerde adaleti tesis edemediyseniz, zulme engel olamadıysanız orayı fethettik diyemezsiniz. Her zaman söylediğimiz gibi, asıl olan gönüllerin fethedilmesidir. Milletimiz fethettiği beldelerde evvela zulmü ortadan kaldırmıştır, adaleti tesis etmiştir. Bunun için bizim medeniyetimiz bir fetih medeniyetidir.”
Daha ne desin!
Fethedecek, Suriye’de bunun için var. Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlı olduğunu, tek ayak üzerinde, günde kırk kez yemin ediyor, Astana’da, Soçi’de Rusya’ya bu konuda yemin billah sözler veriyor; bunu dünya alem biliyor.
Irak’ın toprak bütünlüğüne bağlılık yeminleri eşliğinde Irak’a, G.Kürdistan’a askerlerini, helikopter ve uçaklarını sokuyor. Sorsanız, “teröre karşı mücadele için” oralarda.
Artık “fetih” için oralara gittiğini gizleme gereği duymuyor. Ancak minarenin kılıfı bu sefer “Allah’ın emrettiği adalet” kumaşından dokunuyor.
Yani hakikaten, “Rabbim” de bilir ki, “fethedilen yerler” yağmalanmıyor!
Faşizm, sınırsız bir demagoji ve yalandır. Hitler, “Nasyonal sosyalist” olarak çıktı ortaya. “Sosyalist”ti ama eh işte, biraz nasyonalistti. Maskesini indirmesi birkaç yılı buldu. Maskesini indirdiğinde yani tekelci sermayenin kanlı, faşist, saldırgan bir diktatörlüğü olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyduğunda “nasyonal sosyalizm”e aldanan ahmaklar için iş işten geçmişti.
Kitleleri aldatmak için faşizm her zaman yalan, demagoji ve aldatıcı yöntemlere ihtiyaç duyar. İktidarını sağlamlaştırdıktan ve kendine güveni geldikten sonra gerçek sınıf karakterini, sınıf özünü, kimin hizmetinde olduğunu ve gerçek amaçlarını ortaya koymaya başlar.
Faşizmin bu yönteminin kısa vade için de olsa etkili olduğunu ve sadece kitlelerde değil ama sosyalist insanlarda dahi yanılsamalara yol açtığını kaydetmeliyiz. Örneğin, 12 Mart faşizmi, yaşamını sosyalizm davasına adamış Hikmet Kıvılcımlı’yı bile yanıltmış ve Kıvılcımlı, darbenin ilk günlerinde “Ordu kılıcını attı” sözüyle 12 Mart faşist darbesini olumlayan bir açıklama dahi yapabilmişti.
Ama o kadar uzağa gitmeye gerek var mı? Dinci faşist iktidar, ilk dönemlerinde demokrasi üzerine yaptığı demagoji ve verdiği sözlerle liberal, uzlaşmacı hatta sosyal reformistlerin desteğini almadı mı?
Dinci faşist iktidarın kitleleri aldatmasında kazanın altına odun taşıyan şu darkafalı “yetmez ama evet”çiler, şu “akil adamlar” tayfası, şu küçük burjuva uzlaşmacı parti etrafında kümelenenler; bunların hepsi dinci faşizmin “liberal-özgürlükçü-demokratik” zokasını yutmadılar mı?
Şimdi hepsi de arkalarında dinci faşizmin tekme izini taşıyan bütün bu darkafalılar takımı, daha dün, dinci faşizm yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladığında burunlarını çeke çeke “AKP fabrika ayarlarına dönmeli” diye akıl vermiyorlar mıydı?
Evet, dinci faşist iktidar ve onun başı “fabrika ayarlarına” dönmeliydi. Dönüyor işte! Dinci faşist iktidarın fabrika ayarı, anti-komünizmdi, işçi sınıfı düşmanlığıydı, sınırsız şovenizmdi, ezilen halklara karşı katliamcı bir politika izlemekti, demokrasinin en ufak bir kırıntısının dahi inkarıydı yani tekelci sermayenin kanlı, şoven, saldırgan diktatörlüğü idi.
Türkiye ve Kürdistan’da dinci faşistler tarihlerinin her döneminde emperyalizmin ve sermaye sınıfının anti-komünist hezeyanlarında koçbaşı olmuşlardır. Sadece yakın tarihe, örneğin 1969 Şubat’ında İstanbul’da meydana gelen “Kanlı Pazar” olayına bakmak bile bunu anlayıp kavramaya yeter. Emperyalizm adına, uzun yıllar sonra TBMM Başkanı olacak kişi başlarında olmak üzere, dinci faşist bir güruh, emperyalizm hesabına, devrimci bir mitinge saldırarak iki kişiyi bıçaklamak suretiyle katletmişlerdi.
Bugünkü iktidar işte bunların soyundan gelen bir iktidardı.
Şimdi, fetihçi ve saldırgan olacaklarını dünyaya ilan ediyorlar. Şöyle:
“Ecdadımız tarihin hiçbir devrinde emperyalist bir zihniyetle hareket etmemiştir. Fethettiği nice beldeleri devrin en modern imkanlarıyla imar etmiş ve idaresi altındaki insanlara dinlerini, dillerini, kültürlerini yaşatma imkanı tanımıştır. Tarih fethettiğimiz bütün beldelerde güveni, huzuru, hoşgörüyü ve refahı hakim kılmak için milletçe verdiğimiz büyük mücadelelerin şahididir. Bugün dahi birçok şehrimizde bir arada görebileceğimiz farklı medeniyet sembolleri, bizim farklılıklarımızı zenginlik olarak gören kadim anlayışımızın birer tezahürüdür. Biz de ecdadımızın izinden giderek, ülkemizi ve ayak bastığımız her yeri imar ederek, adaleti tesis ederek, hakkı ve hukuku hakim kılarak gelecek nesillere emanet etmenin gayreti içindeyiz.”
Atalarının izinden giderek yeni topraklar fethedecek ve fethettikleri toprakları gelecek nesillere emanet edeceklermiş.
Bunun boylarını kat kat aşan bir hedef olduğu üzerinde durmaya gerek yok. Nasıl olsa bol keseden atmanın bütçeye bir maliyeti yok. Ama, niyetlerini ve hedeflerini göstermesi bakımından üzerinde durulmaya değer. O, adı her ne ise, Diyanet İşleri Başkanı kılığındaki adamın minbere elinde kılıçla çıkması çocukça bir heves sonucu değildi.
RTE’nin Malazgirt konuşması bir itirafnamedir. Dinci faşizmin amaç ve hedefleri konusunda bilgi sahibi olmak isteyen herkesin başucuna asması gereken bir itirafname.