Bu ünlü sözün aslı elbette öyle değil. Söylentiye göre, I. Dünya Emperyalist Savaşında birbirlerine karşı savaşmak istemeyen Fransız ve Alman askerlerinin aralarındaki kardeşleşmeden dolayı, aylar boyu tek bir mermi atılmamasını anlatırmış sözün hikayesi.
Sözün aslı, herkesin bildiği gibi, Garp Cephesinde Yeni Birşey Yok.” Her şeyin sakin, çatışmasız geçtiğini anlatmak için kullanılır.
Osmanlı için Garp Cephesi, Libya’dır, merkezi ise Libya’nın başkenti sayılan Trablusgarp yani bugünkü Trablus’tur.
Yüzyılı geçen süre öncesinde Trablusgarp cephesi Osmanlı İmparatorluğu için sonun başlangıcı sayılır. Balkan Savaşlarıyla birlikte Osmanlı’nın çözülme süreci hızlanmıştı.
Osmanlı’nın varisi olduğunu iddia eden dinci faşist iktidar için aynı yer, aynı nokta, aynı yazgıyı mı hazırlıyor?
Belirtiler bu yönde. Hem de hafife alınacak cinsten değil. Libya’ya yönelik, açıkça ilan edilmemiş, ancak satır aralarının dikkatli okunmasıyla anlaşılabilecek “fetih” hedefi dinci faşist iktidarın elinde patlamak üzere.
“Ecdatları izinden gidecek”lerini, “ayak bastıkları” her yeri “imar ede”ceklerini yani fethedeceklerini bunun için yola çıktıklarını açıkça söylüyorlar ya artık, işte o ecdatlarının bir izi, Libya’da olduğu için oradalar. Petrole konmak, müteahhitlik ihaleleri almak, yarım kalan işleri tamamlamak ve Kaddafi döneminin bakiyesini tahsil etmek...
Yola çıkarken atlarının arkasındaki heybede bunlar vardı. “Fatih” olmanın, “Ecdadın” eski topraklarına dönmenin dayanılmaz cazibesi, bir serap gibi kendine çekiyordu.
Hatta, “Ecdatları”nın izinde Libya’ya ayak bastıkları ilk bir kaç ay umut verici olmuştu dinci faşist iktidar ve başı için. Hafter’e karşı kazanılan bir kaç çarpışma onlarda kesin bir zafer umudu yaratmıştı. Kazanılan küçük çarpışmaları hanelerine “büyük zafer” olarak yazdılar.
Libya gibi yağlı bir lokmanın kendilerine yedirilmeyeceğini hiç mi hiç hesaba katmadılar.
21 Ağustos’ta Libya’da en güvenilir adamları Fayiz es Sarrac, hiç beklemedikleri bir anda “ateşkes” kararı aldı. Hemen, saat sekmeden karşı cepheden, Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih, aynı şekilde “ateşkes” kararı ilan etti. Bu, dinci faşist iktidarın Libya’da hiç duymak istemediği şeydi.
Dinci faşist iktidar oraya güçlerini, dinci faşist çetelerini, MİT’ini-itini, velhasıl, elinde ne var ne yoksa hepsini bir “barış” için değil, “fetih” için götürmüştü. Ateşkes, bütün bu hedeflerin petrol kuyularına gömülmesi demekti.
Tepki vermesi gerekenlerin başında dinci faşist iktidar ve onun başı geliyordu. Tık çıkmadı. Derin bir sessizliğe büründüler. Dayandıkları Sarrac Hükümetinin ihanetine mi uğramışlardı?
Sessizliğin yenilgiyi, tek mermi atmadan kabul edeceklerini düşünmedik ve “Osmanlı’da Oyun Bitmez” dedik. Nitekim “ateşkes kararı”nın üzerinden yirmi dört saat geçmeden Trablus’ta, Sarrac Hükümeti’ne karşı kitle gösterileri başladı.
Kimin eli kimin cebindeydi, bilemezdik. Ama işlerin yolunda gitmediği belliydi. Dinci faşist iktidarın Sarrac Hükümeti içindeki en güvendiği adam ve adeta MİT’in bir elemanı gibi çalışan Libya İçişleri Bakanı Fethi Başağa, Mısır’a gözkırpan açıklamalar da yapıyordu. RTE, Brütüs olayı mı yaşıyordu? Yoksa tüm bunlar bir şaşırtmaca mıydı? Bilemeyiz, bilmemize gerek de yok.
Şu kadar yeterliydi: Dinci faşist iktidarın kurduğu kule, en alttaki taşın çekilmesiyle sallanmaya başlamıştı. Arkası gelecekti.
Geldi.
Sarrac, kitle gösterilerinin bir darbenin hazırlığı olduğu kokusunu almıştı. Fethi Başağa’nın yani kendi İçişleri Bakanı’nın kendine bağlı Mısrata milisleri ve MİT’in koordinesiyle kendisine karşı bir darbe hazırlığında olduğunu anlamıştı. Bu korkusunu ifade ettiği de söylenmeye başlamıştı. “Müslüman kardeş” düşman kardeşe dönüşmüştü.
Sarrac, darbe korkusuyla zaman yitirmeden, “istihbarat başkanı, askeri bölge komutanları, terörle mücadele gücü komutanı, iç güvenlik başkan yardımcısı, Müşterek Kuvvetlerdeki güvenlik bölümü komutanı ve Trablus’un güvenlik müdürü de dahil” kendine sadık güvenlik ve askeri yetkiliyle görüşüyor.
Sonra koşa koşa “İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Halid Mazen” yani Türkiye’yi on gündür mesken tutmuş Fethi Başağa’nın karakutusu ile görüşüyor. Anlayacağınız ihanet eden edene... Bu görüşmenin üzerinden yirmi dört saat geçmeden ajanslara şu haber düşüyor:
“Libya Hükümeti Başkanlık Konseyi Basın Ofisinin yayınladığı kararda İçişleri Bakanı Fethi Başağa'nın tedbir amaçlı görevden alındığı ve kararın yayınlanmasından sonraki 72 saat içinde Başağa hakkında Başkanlık Konseyi nezdinde idari soruşturma açılacağı kaydedildi.”
Kararın devamında, “İçişleri Bakanlığı görevini, Bakan Yardımcısı Halid Ahmed Et-Ticani Mazin'in vekaleten yürüteceği” kaydediliyor. Yani yukarda adını zikrettiğimiz Halid Mazen Başağa’nın yerine getiriliyor. Burjuvalar, kimin hangi kemiğe hayır diyemeyeceklerini iyi biliyorlar.
Sonuçta, tehlikeye giren sadece petrol, müteahhitlik ihaleleri, bakiyenin tahsili değil, bunlarla birlikte, Doğu Akdeniz’in yağmalanması için Sarrac hükümetiyle imzalanan “Münhasır Ekonomik Bölge muhtırası” ile “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası" da tehlikeye girmiş oluyor.
Oysa faşist devlet ve dinci faşist iktidar bu iki “muhtıra”ya ne çok umut bağlamışlardı! Bununla “mavi vatan” kuracak, binlerce kilometrekarelik deniz alanını, denizin altındaki doğal kaynaklarla yağmalayacaktı!
Çok zaman geçmiş belli ki, ecdadın izi hayli kaygan hale gelmiş. O izlerden gideyim derken kayıp kıçüstü düşmek de varmış.