< Kitabe-i Seng-i Mezar[1]

Orhan Veli’nin üç bölümlük şiiridir. “Yazık oldu Süleyman Efendiye” dizesi gayet meşhurdur. “Süleyman Efendi” yoksul, bir başına, sınıfının tipik bir anonimidir aslında. İnsanlıktan çıkarılmış, ne büyük ülküleri olmuş veya kalmış, ne tek başınalığı ile dünyaya bir iz bırakabilmiş. İnsan olma potansiyeli olanın, sistemin çarklarında öğütülüp, posasının atıldığı bu insanlık düşmanı düzende, O, “İsmi bile kalmadı yadigar” diye betimlenenlerdendir.

Bir çağın, bir dönemin yoksulu, kimsesizi, işçisidir. Çarklar döner, onlar yitip gider.

“Böyle gelmiş, böyle gider” sanılır. Efendiler mağrur ve buyurgan, “Süleyman Efendiler” biçare ve suskun...

Ama dünya döner, çağ değişir. “Süleyman Efendiler” bir başınalıkları içinde yapayalnız kalmazlar sürgit. Belki öyle Hamlet gibi “olmak ya da olmamak” diye tiratlar atmazlar hala. Fakat bir sınıfın parçası olduklarının farkına varmakla atılırlar kavgaya. Bazen tek tek, bazen kitleler halinde. Sistemin kendisi sürüyor onları sürekli kavgaya.

Her yerde işçi eylemleri var. Huzursuzluklar var. Ücretini alamayan eylemde. İşten atılan eylemde. Arkadaşı iş cinayetine kurban giden eylemde. Toplu sözleşme pazarlığında anlaşmaya varamayan eylemde. Mobinge uğrayan, taciz edilen eylemde. Madenlerden, atölyelerden, fabrikalardan sürekli eylem haberleri geliyor. Hiçbir işçi, emekçi sessiz sedasız göçüp gitmeyi kabul etmiyor.

Çarkların dönmesi uğruna salgının pençesine atılan, işsizlikten ölüm ile salgından ölüm kıskacına sıkıştırılan işçiler, bu en olumsuz şartlarda kavgaya atılmaktan geri durmuyor. Ücretsiz iznin yasalaştırılması ile işçiler aylık 1168 TL’ye mahkum edilmişti. Son araştırma, işçilere bu paranın bile ödenmediğini ortaya koyuyor. İşçiler ölüm-ölüm ikilemine sürüklendikçe kelimenin gerçek anlamında “yaşam kavgasına” atılmaya başlıyor.

İSİG raporu şu çarpıcı tespitlere yer veriyor: “Salgının başından beri tespit edebildiğimiz kadarıyla en az 274 işçi koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti. İşçilerin ailelerini ve emeklileri de ekleyince bugüne kadar salgından ölenlerin büyük bir çoğunluğunun işçi sınıfından olduğu gerçeği tüm çıplaklığı ile ortadadır. Türkiye, tarihin en büyük ‘işçi kırımı’ ile karşı karşıyadır”

Burada bahsedilen 274 işçi, bizzat çalışırken salgına kurban gidenlerin sayısıdır. Öte yandan koronadan hayatını kaybedenlerin çok büyük bir kısmı işçi ve emekçi. İş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçileri de düşününce (bu yılın ilk dokuz ayında 1493 işçi!), eylemlerin alabildiğine yayılması olağanlaşıyor.

Rapor ayrıca işçilere “fabrikalarda, şantiyelerde, atölyelerde, tüm iş yerlerinde komitelerimizi, konseylerimizi, meclislerimizi, oluşturalım” çağrısı yapıyor.

Kitlesel işçi eylemleri sürükleyicidir. Büyük bir güçtür. Ayrıca her tekil işçi için de kendini güven içinde hissettiren, kendi gücünün ayırtına ulaşmasını sağlayan güçlü bir araçtır. Ama tekil, sayıca az, kimi zaman bir başına eylemlere çıkmak, ve bunu artık alabildiğine yaygın bir şekilde yapmak, ayrı bir güçtür. En olumsuz koşullarda bir sınıfın parçası olma bilincine ulaşan bir güçtür.

Bakmayın patron tayfasının afra tafrasına. Kaygılılar. Hem de sadece burada, Türkiye'de değil. Tüm dünyada kaygılılar. Dünya Bankası başkanı “150 milyon insan daha yoksul kalabilir” diyor çığlık çığlığa. Borç krizindeki ülkelerin borçlarının bir kısmının silinmesini öneriyor. Kendi keyfinden değil böyle tasalanması.

Tüm dünyada tekeller art arda işçi çıkarıyor. Her geçen gün geniş işçi yığınları, yaşamdan kovulmak anlamına gelen kalıcı işsizlikle tanışıyor.

Mesela Alman otomotiv devleri on binlerce işçiyi kapı önüne koyacağını duyurdu. Lastik ve fren sistemleri satan ve alanında dünyanın en büyük ikinci tedarik devi olan Continental, küresel bazda 30 bin işçi çıkaracağını duyurdu. Şirketin halen 232 bin çalışanı bulunuyor. Volkswagen’ın yan kuruluşu olan MAN 9 bin 500 işçi çıkaracağını açıkladı. Schaeffler 4 bin 400 ve Mahle de 6 bin 700 çalışanının işine son vereceğini duyurdu.

Kapitalist sistem için işler her geçen gün alabildiğine kötü, hatta kötünün kötüsü bir hal alıyor. Daha önce de dikkat çektiğimiz gibi dünya genelinde savaş ve çatışmaların artması, büyük yıkım savaşının bulutlarının sürekli yoğunlaşması, tam da buradan kaynaklanıyor. Çeyrek asır önce, henüz belirsiz “başka bir dünya mümkün” şiarı, sosyalist içeriği her geçen gün belirginleşerek kapitalizmin “kitabe-i seng-i mezar”ı haline geliyor.

 

[1]     Mezar Taşındaki Yazı