23 Ekim’de Birleşmiş Milletler, Libya’da savaşan Bingazi merkezli Tobruk Temsilciler Meclisi ve Halife Hafter güçleri ile Trablus merkezli, Türkiye-Katar ikilisinin açık desteği ile ayakta duran Sarrac hükümeti tarafları arasında “genel ve sürekli” bir ateşkes üzerinde anlaşıldığını ilan etti.
Bu, özellikle Almanya’nın Ocak 2020’de düzenlediği Berlin Konferansı’ndan beri kotarmaya çalıştığı bir anlaşmaydı. Bu anlaşmadan önce Mısır öncülüğünde geçici de olsa bir ateşkes anlaşması yapılmıştı.
Ancak, Libya petrollerine ve doğalgaz zenginliklerine çökmek için “ateşkes”e değil, savaşa ihtiyacı olan Türkiye, Libya’daki askeri güçleri, dinci faşist çeteleri ve Libyalı işbirlikçileri sayesinde, yapılan “ateşkes” anlaşmasını mürekkebi kurumadan bozmayı başarmıştı. Çavuşoğlu, o zamanki “ateşkes” anlaşmasını daha duyar duymaz “ölü doğmuş bir anlaşma” diye nitelemişti.
Haziran ayının başlarında Erdoğan, Sirte’ye verdiği önemi, Sirte’yle ilgili niyetlerini şu sözlerle ele veriyordu:
“Şu an itibariyle de birçok yer geri alındı. En hayati olan yerler alındı. Tarhuna ve Atiye havalimanı çok önemliydi, alındı. Şimdi Sirte’yi alma çalışmaları var. Tunus’a dayanan koridor, Mısrata da dahil Sarrac’ın kontrolünde. Hafter’i çılgına döndürdü. Onlar kaçıyor Sarrac ve ekipleri kovalıyor. Sirte petrol kuyuları olan yerler. Deniz tarafında da doğalgaz var. Önem arz ediyor.”
Can havliyle bu yağlı lokma peşinde koşarken Sisi’nin kotardığı “ateşkes”e uyacak değildi. Uymadı. Libyalı işbirlikçileri, Suriye’de üretilip Libya’ya ihraç edilmiş dinci faşist çeteler ve bizzat kendi askeri güçleri sayesinde çatışmaları devam ettirdiler. Sirte Önlerine geldiler ve orada durmak zorunda kaldılar. Tıpkı Osmanlı yeniçerilerinin Viyana kapısı önünde durmaları gibi.
Ama, Ağustos ortalarında kotarılan geçici ateşkes bozulmuş olsa da Türkiye için kara haber işaretiydi. Çünkü ateşkes, Türkiye’nin Libya’daki temel dayanağı Sarrac tarafından kabul ve ilan edilmişti. Bu, kötü gelişmelerin ilk ve en önemli habercisiydi.
Sonrası biliniyor. Özetle, Türkiye’nin Libya’daki beşinci kolu durumundaki Fethi Başağa İçişleri Bakanlığı görevinden bizzat Sarrac tarafından alındı, sonra tekrar görevine iade edilmek zorunda kalındı; Sarrac aleyhine yapılan kitle gösterileri, Sarrac’ın üst düzey kadrolardan Türkiye-Fethi Başağa taraftarlarını tasfiye etmesi ve nihayetinde Es-Sarrac’ın Ekim ayının sonunda istifa edeceğini Libya televizyonlarından açıklaması. Ok yaydan çıkmıştı.
Gerçi tüm dinci faşistler için söz konusu olan şey Es-Sarrac için de geçerliydi; sözlerine güven olmazdı. İstifa edip etmeyeceği Ekim ayının sonlarına gelmemize rağmen hala belli değil. Fakat ne önemi var! Sarrac, karşı tarafla anlaşmak istiyordu. Petrol akışının güvenceye almak isteyen emperyalistlerin de baskısıyla, adamlarını karşı tarafla “barış-uzlaşma” görüşmeleri yapmak için Fas’ın Bouznika kentine gönderdi.
11 Eylül’de tarafların yani Es-Sarrac ile Saliha Akil/Halife Hafter taraflarının önemli görevlerin paylaşımında anlaştıkları açıklandı. Bu arada İsviçre’nin Montrö şehrinde de paralel görüşmeler yapılıyordu ve bu görüşmelerde de taraflar temel konularda fikir birliği sağladıklarını ilan ettiler. BM Libya Destek Misyonu (UNSMİL), tarafların devlet başkanlığı ve meclis seçimlerinin düzenlenmesi konusunda uzlaştıklarını açıkladı.
Türkiye için felaket geliyorum diyordu. Çünkü, Libya’da tarafların uzlaşması ve birleşmesi, Türkiye’nin tüm umutlarını bağladığı Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin sona ermesi, bu hükümetle yapmış olduğu tüm anlaşmaların çöpe gitmesi demekti. Bu anlaşmalar çöpe giderse, Libya petrolleri, doğalgazı, müteahhitlik anlaşmaları, Kaddafi döneminden kalan alacakların tahsili ne olacak? Tek kelimeyle, bir hiç olacaklar. Türkiye, dinci faşist çeteleri, kendi askeri güçlerini, silahlarını, askeri mühimmatlarını Libya’ya taşımak için yaptığı bunca masrafın üzerine bir bardak su içecek.
23 Ekim’de Birleşmiş Milletler’in yapıldığını açıkladığı ateşkes anlaşması işte bu gelişmeler üzerine gelmişti. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, anlaşmayı "barış ve istikrar yolunda önemli bir aşama, ... tarihi anlaşma" diye niteledi.
Bu anlaşmada Türkiye’yi doğrudan hedef alan madde şöyle: Yabancı ve paralı askeri güçler 90 günlük süre içerisinde ülkeyi terk etmelidir. Bu süre, anlaşmanın imzalandığı 23 Ekim günü başladı. Aynı maddeye göre, yerel silahlı güçler de -Erdoğan’ın ağzının suyunun aktığı- Sirte ve dolaylarından çekilerek üslerine geri dönecekler. Kurulacak ortak askeri komiteler, geri çekilme mekanizması ve ülke güvenliğinin teslim edileceği ortak kurumların oluşturulması görevini üstlenecek. Özetle, Türkiye’nin Libya’daki uzantılarının Libya’nın geleceğinde yeri olmayacağı, en azından şimdilik, belli olmaya başlamıştır.
Haberler, Türkiye’nin dinci faşist iktidarı, dahası, Libya’dan gelecek petrol yağması için ağız şapırdatan tekelci sermaye grupları için kabus gibi. Yine de Erdoğan, “mezarlıktan geçerken ıslık çalma”nın yararına inanıyor olmalı ki, şöyle diyor:
“Yapılan ateşkes anlaşması en üst düzeyde bir ateşkes değil, daha alt düzeyde. Bunun kalıcılığı ne kadar olur bunu zaman gösterecek. Güvenilirliği bana göre çok da olabilecek gibi değil”
Çıkmayan candan ümit kesilmez ya da “kedidir o kedi” diyelim! Ama gerçeklere gözünü kapamak kişiyi bir yere götürmez. Dinci faşist iktidar Libya seferine ABD’ye güvenerek ve onun onayı ile çıkmıştı. Çavuşoğlu bunu şu sözlerle açığa vurmuştu:
“Sayın Cumhurbaşkanımız, Türkiye ve ABD olarak birlikte çalışmamızı önerdi. Sayın Trump da buna olumlu baktı ve bizim düzeyimizde yani dışişleri, savunma bakanları düzeyinde, istihbaratlar düzeyinde birlikte çalışma talimatı aldık. Şimdi teknik düzeyde arkadaşlarımız görüşüyor. Burada ortak hareket etmemiz, bölgenin istikrarı ve Libya'nın geleceği bakımından da önemlidir.”
Burada gözlerden saklanan şey, sanki bu işbirliğinin Türkiye’nin Libya’ya müdahalesinden sonra başladığıdır. Bu tam anlamıyla gerçekleri gözlerden saklama çabasıdır. Ama şimdilik önemi yok. Önemli olan şimdi ABD’nin de, en azından görünüşe göre, bu ateşkes anlaşmasının arkasında durduğudur. ABD’nin sözüne güven olmayacağını biliyoruz. Yine de diğer emperyalistlerle, Türkiye’yi aradan çıkararak Libya petrollerine çökme konusunda anlaşmış olma ihtimali gözardı edilemez.
Bu ihtimal gerçek ise, işte o zaman dinci faşist iktidar için gerçek kabus başlamış olacak.