Türk lirasının döviz denen yabancı paralar karşısındaki erimesi hızlanarak sürüyor. Daha önemlisi, bu erimenin kısa süre içinde durmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bir süre sonra dursa bile yine başlayacak, TL’nin değer kaybı sürecek. Tekelci kapitalist yapının bu kapandan çıkışı yolu yok.
Sorunun özüne, kaynağına inmek için önce geçmişe kısa bir gözatmak yerinde olacak. Bu, döviz krizinin ne bugüne, ne dinci faşist iktidarın politikalarına ne de güncel gelişmelere bağlı olduğunu; aksine Türkiye tekelci kapitalizminin yapısal bir sorunu olduğunu görmemize yardım edecek. Sorun tekelci kapitalizmin yapısal sorunuysa çözümü de tekelci kapitalist yapının yıkılmasından geçiyor demektir.
Türkiye’de döviz krizinin en şiddetli dönemlerinden biri, 70’lı yılların sonlarında görüldü. O dönemde Hükümetin başında olan Başbakan Süleyman Demirel, unutulmayan “Türkiye 70’Sent’e muhtaç” sözünü söylemişti. Türkiye, gerçekten de 70 Sent’e muhtaç hale gelmişti.
Nedeni güncel sorunlara bağlansa da -tıpkı bugün yapıldığı gibi- gerçekte sorun Türkiye tekelci kapitalizminin, sanayi üretiminin emperyalizme bağımlılığıydı. Türkiye sanayisi ne kadar üretim yaparsa, sanayiin ana ve ara girdi malları emperyalist ülkelerden yapılan ithalata dayandığı için, o kadar çok dövize ihtiyaç duyuyordu.
O dönem kambiyo sistemi farklıydı ve döviz değişimi Merkez Bankası'nın tekelindeydi. Bu durum döviz karaborsasına yol açıyordu. “Tahtakale Borsası” denen şey buydu. Tahtakale, döviz karaborsasının merkeziydi. Öyle ki, Merkez Bankası’ında döviz alamayan büyük sanayiciler, üretim için gerekli ithalatı yapabilmek için gerekli dövizi Tahtakale’den temin eder hale gelmişlerdi.
Emperyalistlerin teşviki ve desteği ile tekelci sermaye sınıfı bu duruma son vermek için, “1980 24 Ocak Kararları” adı altında bir dizi yeni kararlar aldı. Hükümette Demirel vardı ama kararların mimarı, Dünya Bankası'nda iki yıl çalışmış, ardından Sabancı Holding’te önemli görevler üstlenmiş, kariyerini esas olarak bunlara borçlu olan Turgut Özal’dı.
24 Ocak Kararları, burjuva sınıfın sermaye birikim sürecinde önemli dönüm noktalarından biriydi. İşçi sınıfına ve emekçilere yönelik büyük bir saldırıydı. Hem sermaye birikim sürecini güvene almak hem de kapitalist bunalımın yol açtığı devrimci duruma son vermek için, 12 Eylül faşizmi tekelci sermaye sınıfı ve emperyalistler tarafından tezgahlandı.
Döviz krizi, kambiyo sisteminin değiştirilmesiyle geçici de olsa hafifletildi. Dolar ve diğer yabancı para değişimi serbest bırakıldı. Özal, “devlet küçülüyor” sloganıyla, o dönemde adı KİT olan Kamu İktisadi Teşekkülleri’ni emperyalist sermayeye ve emperyalist sermayeden arta kalanları yerli tekelci sermayeye peşkeş çekti. Kar eden bütün sanayi ve ticaret kurumları satıldı; zarar eden fabrika ve kurumları devlet elinde tuttu.
Geçerken değinmekte yarar var. Gerçekte devlet küçülüyor muydu? Ne yazık ki, bu zokayı, sadece liberaller ve uzlaşmacılar değil, oportünist çevreler de yuttu. Oysa gerçekte, devlet KİT’leri özelleştirip ekonomiden el çekerken büyüyordu. Toplumun en ücra köşesine, her hücresine, her deliğe sızmak, denetim altına almak için asker, polis, memurlar ordusu hızla büyüyordu. Ama bu konuyu şimdilik bir kenara bırakalım.
Devlet, fabrikalarını, sanayi kuruluşlarını vb satarak, böylece emperyalist sermayeyi içeri çekerek döviz sorununa geçici de olsa bir çözüm bulmuştu; ancak ilerde aynı sorunu çok daha büyük boyutlarda karşısında görmek üzere... emperyalist sermaye bir ülkeye değer aktarmak üzere gelmez. Aksine, o ülkede yaratılmış değeri, bir vampir, bir sülük gibi emmek ve kendi topraklarına aktarmak için gelir.
1994 Çiller döneminde döviz krizi bir kez daha patlak verdi. Üstelik, devletin uyuşturucu ticaretine doğrudan karışması ve buradan torba torba dolar elde etmesine rağmen. TL’nin değeri %40 oranında eritildi. Başka bir ifadeyle, emekçilerin cebinden, ücretlilerin gelirinden aynı miktarda değer sermaye sınıfa ve emperyalist sermayeye aktarıldı.
Açıklanan kararlarla, emperyalist sermayenin Türkiye’ye girişinin ve faaliyetinin önündeki sayısız engel kaldırıldı. Emperyalist sermayenin ekonomide “tam ilhak süreci” başladı. Emperyalist sermaye gelince kur artışı tekrar yavaşladı ama sanki önceki film sahnesi tekrar yaşanıyor gibiydi. Emperyalist sermaye, Türkiye ve Kürdistan’da üretilen değeri bir vakum gibi emiyor ve kendi topraklarına aktarıyordu.
Ekonomik bunalımın yeni bir kriz dalgası çok gecikmedi. Altı yıl sonra, bir esnafın yazar kasasını sokağa, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Anayasa kitapçığını Ecevit’in önüne fırlatması birikmiş suların önündeki bendi yıkan iki hareket oldu. 2001 Ayaklanması budur. TL’nin değer yitirmesi olarak dışa vuran ekonomik kriz Ecevit hükümetinin ve gerçekte Ecevit’in kendisinin de sonu oldu. 2008 ve 2018 deki kriz dalgalarına değinmeye gerek yok.
Geçtiğimiz yıl başlayan ve ufak zaman kesintileriyle bugüne kadar süren kriz, Döviz krizi ya da TL’nin döviz cinsinden paralar karşısında değer yitirmesi biçiminde karşımıza çıksa da gerçek özü tekelci kapitalist ekonominin krizidir.
Tekelci kapitalist ekonomi çöküyor. Geçmiş Ağustos ayında TÜİK’in yayınladığı aşağıdaki rakamlar tekelci kapitalist ekonomideki çöküşü gözler önüne seriyor:
“Ülkede sanayi %16,5, inşaat sektörü %2,7, hizmetler %25,0, mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri %16,5, kamu yönetimi, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetleri %2,4 ve diğer hizmet faaliyetleri ise %18,0 azaldı.
Yine yerleşik hane halklarının tüketim harcamaları %8,6, gayrisafi sabit sermaye oluşumu %6,1 azaldı. Mal ve Hizmet İthalatı %6,3, ihracatı ise %35,3 azaldı.”
Yazıyı rakamlara boğmanın gereği yok. Biliyoruz ki, dinci faşist iktidarın TÜİK’i rakamları “düzeltiyor.” Yine de, bu güvenilmez rakamlar tekelci kapitalist ekonominin çöküşüne dair çok şey anlatmaya yetiyor.
Pandemi, ekonomik çöküşe yol açan bir etmen değil ama hızlandıran bir etken oldu. Örneğin turizmden gelen döviz, bu yıl %50’den fazla azaldı. İhracat geliri büyük oranda düştü. Buna karşılık ithalat çok az miktarda bir düşüş gösterdi. Başka bir ifadeyle, Türkiye’ye döviz girişi büyük oranda azalırken, döviz çıkışı neredeyse aynı düzeyde kaldı. Sonuçta Merkez Bankası döviz rezervleri eksi düzeye gelmiş oldu.
Bütün bu tablo, döviz fiyatlarındaki artış dahi, tekelci kapitalist ekonomideki çöküşün süreceğini gösteriyor.