Dinci faşizmin iktidarıyla, devletiyle, ekonomisiyle tam bir kriz; bundan da öte bir keşmekeş içinde olduğu kesin. Bu gerçek artık gözlerden gizlenemiyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın, tuhaf şekilde, instagram üzerinden duyurduğu istifası, bu keşmekeşliğin, bu karmaşanın son örneği oldu. Bu gelişmeden kısa süre önce, “bir gece ansızın...” misali Merkez Bankası Başkanı, sıradan bir görevliymiş gibi, görevinden alındı. Merkez Bankası Başkanı, normalde, ekonominin yönetimindeki kilit makamlardan biridir ve yine burjuva düşünceye göre, hükümetten “bağımsız” olması gereken bir kurumdur.
Dinci faşizm için işlerin tıkırında olmadığı kesin. Kapitalist ekonominin yönetiminin iki kilit sorumlusunun bir iki gün arayla değişmesi başka anlama gelmez. Ne yapacaklarını bilmiyor, nasıl yöneteceklerini, krizden nasıl çıkacaklarını, temel sorunlara nasıl çözüm bulacaklarını şaşırmış vaziyetteler.
Ekonomik ve politik kriz, yani devrimci durum derinleşip şiddetlendikçe faşizmin iç çelişkilerinin artması, derinleşmesi; hatta iç kavga ve çatışmalara yol açması kaçınılmaz hale gelir. Bu, tekelci sermaye sınıfı ve büyük burjuva güçler açısından da böyledir. Faşizm, büyük sermaye güçleri, tekelci sermaye sınıfı içindeki çelişkileri ortadan kaldırmaz, aksine derinleştirir.
Şimdi bunun canlı, somut, elle tutulur bir örneğini yaşıyoruz. Kriz derinleştikçe dinci faşist iktidar içindeki kavga ve çatışmalar da derinleşiyor. Dinci faşist iktidar, kendi içinde fokur fokur kaynıyor.
Görünüşe göre, Türk Lirasının yabancı paralar yani döviz karşısındaki düşüşünü, yokuş aşağı giden freni patlamış kamyon gibi sürdürmesi önce Merkez Bankası Başkanı’nın başını yedi. Arkasından, onun da üstündeki sorumlunun, Hazine ve Maliye Bakanı’nın başını... Ama bunların sadece görüntüden ibaret olduğunun altını çizmek lazım. Döviz krizi, bir sonuçtur. Sorunun temelinde tekelci kapitalist ekonominin krizi var.
Daha da önemlisi, iktidarın hem siyasi hem de ekonomik kararlarında son söz dinci faşist iktidarın başına ait; Bakan olarak görevlendirilenlerin birer memurdan öte yetki ve etkilerinin olmadığı biliniyor. Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Krizin dinci faşist iktidarın başında oturan RTE’nin kellesini yemesini önlemek için, öncekiler gibi, damat Berat feda edilmiştir.
Dinci faşizmin içine düştüğü krizden emekçi sınıfların, ezilen halkların kesin ve tam kurtuluş için yararlanmaları, örgütlü devrimci politik güçlerin bu yönde bir politika geliştirmeleri; deyim uygunsa dinci faşizmin krizini tam ve kesin kurtuluş için bir fırsata çevirmeleri gerekir.
Nitekim bu yönde ilk adımlar atılmaya başlandı bile. Ama nasıl? Sosyal reformistler ve uzlaşmacı küçük burjuva parti, ceplerinden hiç eksik etmedikleri bir talebi “Hükümet İstifa” sloganı olarak tekrar göndere çektiler: “Hükümet İstifa.” Hiç kuşku yok, bir ayaklanmaya, kitlelerin büyük devrimci eylemlerine dayanmayan bu sloganın/talebin ne anlama geldiğini herkesten çok onlar biliyorlar.
Bir halk ayaklanmasına ya da ayaklanmaya yakın bir büyük devrimci kitle eylemine veyahut devrimci kitle eylemleri dizisine dayanmayan böyle bir talep, bir burjuva hükümetin yerini bir başka burjuva hükümetin almasını istemekten başka bir anlama gelmez. Bu slogan ve talep, 70’li yıllardan beri, bugün arkasından kimsenin ağlamadığı eski TKP’nin dilinden düşürmediği başlıca slogan ve talepti. Türkiye ve Kürdistan devrim tarihi sosyal reformistlerin, uzlaşmacıların ve liberallerin gerçek yüzünü anlamamızı kolaylaştıracak zengin bir birikime sahiptir.
Ekonomik ve politik krizin düzeni sarstığı, düzenle birlikte onun politik iktidarını yıkım düzeyinde etkilediği koşullarda, iktidarı ele geçirecek bir halk ayaklanması ortaya çıkmadan burjuva hükümetin istifasını istemek, emekçi sınıfların, ezilen halkların, yoksul kitlelerin devrimci yıkıcı enerjilerini burjuva kanallara akıtmaktan başka bir anlama gelmez. Bugün uzlaşmacı küçük burjuva partinin, sosyal reformist güçlerin, liberallerin yapmaya çalıştıkları şey tam da budur.
Doğrusu, faşizmin iç çelişkilerinin derinleştiği, dinci faşist iktidarın sallanmaya başladığı, tekelci kapitalist sistemin her yönden çöküşe doğru gittiği koşullarda başta işçi sınıfı olmak üzere, iki ülkenin emekçi sınıflarını, yoksul halklarını, gençliğini ayaklanmaya çağırmaktır. Böylesi koşullarda devrimci güçler, birleşik devrimin kaçınılmazlığını, bu devrimin genişliğini, derinliğini, kapsayıcılığını propaganda ve ajitasyonlarının merkezine oturtarak kitlelere anlatmalıdır.
Şimdiki koşullarda, “Hükümet İstifa” sloganını kitlelere götürmek, faşizmin iç çelişki ve çatışmalarından yararlanmak değil, olsa olsa, tekelci sermaye sınıfının bu krizi en az hasarla atlatmasına yardım etmektir. Aynı anlama gelmek üzere, şimdiki koşullarda bu sloganı ileri sürmek, en iyi ihtimalle, CHP gibi gerici burjuva bir partinin faşist kırması müttefikleriyle hükümet olmasını istemektir.
Emekçi sınıfların, Kürt halkının tam ve kesin kurtuluşu için mücadele ettiklerini öne sürenlerin böyle bir görevi yoktur; olmamalıdır.
Düzenin, dinci faşist iktidarın krizinden bir ayaklanma; tam ve kesin kurtuluşu sağlayacak bir devrim için yararlanmak günümüzün tek devrimci görevidir.