Ermenistan’la Azerbaycan arasında Karabağ’da süren savaş, son anda, Ermenistan tam ve kesin bir yenilginin eşiğine gelmişken, Rusya’nın müdahalesiyle bitti; şüphesiz şimdilik. “Barış Anlaşması” ilanından saatler önce Ermenistan’ın tam ve kesin yenilginin eşiğine gelmiş olduğu bizim bir iddiamız değil. Bu gerçeği, Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın kendisi dünyaya ilan etti.
Şimdilik dememizin neden açık: Burjuva güçler, burjuva devletler arasında demokratik barış hiç bir zaman mümkün değildir ve hiç kuşku yok savaşan iki devlet de kapitalizmi inşa edip emperyalizme entegre olmayan çalışan burjuva devletlerdir.
Burjuva devletler arasında “barış”, verili andaki güç ilişkisine uygun olarak yapılır. Güçlü olan, zayıf, yenilen ya da yenilmekte olana koşullarını kabul ettirerek “barış”a zorlar. Türkiye’nin açık, kesin ve doğrudan desteği ile Azerbaycan Ermenistan’ı, kendi dayattığı koşullarla “barış”a zorladı. Paşinyan, emperyalizmin bu sadık uşağı, ağlamaklı ifadeyle barış anlaşmasını imzaladığını ilan ederken şunu da söylüyordu: Kendimize gelir gelmez bu anlaşmayı tekrar masaya yatıracağız.
Bu, emperyalistlerden beklediği desteği bulamayan Paşinyan’ın gerçekleşmeyecek bir rüyası değil. Biliyoruz ki, eşitsiz gelişme bu güç ilişkisini, devletler arasındaki askeri, ekonomik, diplomatik güçler dengesini sürekli bozar. Denge bozulur bozulmaz, geçmişte zayıf olan güçlenir güçlenmez eski “barış” anlaşmasını tekrar masaya getirir.
Güç dengeleri değiştiğinde Paşinyan Ermenistan’ın başında olur ya da olmaz, önemi yok, kim olursa olsun zorla kabul ettirilmiş anlaşmanın masaya getirilmesi kaçınılmaz. Bunu önlemenin tek yolu, burjuva iktidarların yıkılarak yerine gerçekten demokratik, işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarının kurulmasıdır.
Burada üzerinde durmak istediğimiz mesele, Türkiye ve Azerbaycan tarafından “zafer” olarak ilan edilen sonucun, gerçekte iki devlet için de zafer olmadığı; hele de Türkiye için tam bir hüsran olduğudur. Türkiye’nin Ermenistan-Azerbaycan savaşını kışkırtarak ulaşmayı hedeflediği amaçları ile savaşı bitiren anlaşmanın maddeleri karşılaştırıldığında bu hüsranı tüm yalınlığıyla görebiliyoruz.
Soruna, Türkiye’nin Azerbaycan’ı haraca bağlamak gibi güncel, her an değişebilir, önemsiz amaçlarını bir kenara bırakarak yaklaşırsak, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Türkiye bu savaşta amaçladığının tam tersi sonuçlar karşılaşmıştır.
Nedir bu sonuçlar? Bunlar her şeyden önce Rusya’nın, NATO ve emperyalist-kapitalist sistem tarafından Kafkaslar bölgesinden kuşatılması için Türk askerinin Dağlık Karabağ ve Azerbaycan üzerinden Kafkaslara yerleştirilmesidir. Şüphesiz bu, Türkiye’nin, onun dinci faşist iktidarının tek başına kalkıştığı bir girişim değil. Bu girişimin arkasında NATO, ABD, İngiltere, diğer emperyalistler ve İsrail’in olduğundan en ufak bir kuşku duyulmamalıdır.
Parantez içinde belirtelim, Fransa’nın Ermenistan lehine yapar gibi göründüğü, ama savaş gibi son derece pratik olan bir sorunda beş paralık pratik değeri olmayan çıkışlarına hiç bir ciddi anlam yüklenmemelidir. Fransız hükümeti, yaptığı çıkışlarla Fransız halkına aldatıcı mesajlar vermek istemiştir hepsi bu.
Rusya’nın son anda devreye girerek hem Ermenistan’a hem de Azerbaycan’a kabul ettirdiği anlaşma ile bu plan bozulmuştur. Anlaşma, Türkiye, tümüyle devre dışı bırakılarak imzalanmıştır. Anlaşmayla Türk askerinin Karabağ’a yerleşmesinin yolu kapatılmıştır. Ama Türk askeri yerine, kuşatılmak istenen Rusya askerlerini Karabağ’a, Ermenistan ve Azerbaycan devletlerinin onayı ve imzalarıyla yerleştirmiştir.
İkinci nokta, Rusya ordusu tek başına “barış gücü” olarak kabul edilmiştir. Bu, Rusya ordusunun, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, yani yaklaşık otuz yıl sonra Güney Kafkaslar bölgesine geri dönüşüdür. Üstelik, Ermenistan ve Azerbaycan’ın çağrısı üzerine ve neredeyse “kurtarıcı” rolünde; özellikle de Ermenistan açısından.
Buradan üçüncü noktaya geliyoruz. Paşinyan, emperyalistlerin bu gönüllü uşağı, savaş boyunca emperyalist devletlerden, özellikle ABD ve Fransa’dan medet umdu, bu devletlerin gelip kendisini kurtarmasını bekledi. Zavallı adam, celladını kiralayanların tam da bu adamlar olduğunu son ana kadar anlayamadı. Şimdi koltuğundan olmak üzere. Seçim sonuçlarını tanımayarak, “renkli” bir ayaklanmayla başa geldi. Mağlup, perişan, rezil olmuş vaziyette, ayaklanmaya başlayan kitlelerin önünden kaçacak delik arıyor. Böylece Türkiye, NATO ve emperyalist devletlerin izin ve onayı ile kışkırttığı bir savaşla emperyalistlerin sadık bir uşağının koltuğundan olmasına yol açmış oldu. Rusya için “bundan iyisi Şam’da kayısı” denebilir.
Dördüncü nokta. Savaş öncesinde Türkiye, Azerbaycan’la istediği askeri ilişkileri geliştirip Azeri topraklarına yavaş yavaş yerleşebiliyordu. Savaşı şimdilik bitiren anlaşmayla Rusya ordusu, hem Nahçıvan-Azerbaycan karayolunun denetimini ele geçirerek hem de Ermenistan-Azerbaycan temas hattına “barış gücü” olarak askerlerini yerleştirerek Azerbaycan’ın nefes borularını eline almış oldu. Bundan böyle, Türkiye ile askeri ilişki geliştirirken ya da başka önemli anlaşmalar yaparken Azerbaycan Rusya’nın gözlerinin içine bakmak zorunda.
Son bir nokta, Türkiye’nin Azerbaycan’a taşıdığı dinci faşist çeteler meselesidir. Görünüşe göre bu çeteler, Ermenistan’a karşı kullanılmak amacıyla Azerbaycan’a taşındılar. Gerçekten de bu amaç var. Ama gerçek, bu amacın çok ötesindedir. Türkiye, Karabağ ve Azerbaycan’ı da, tıpkı Suriye’de olduğu gibi, dinci faşist çete üretim ve ihracat merkezi haline getirmeyi amaçlamıştı. Burada üretilip eğitilecek tosuncukların ilk ihraç adresi ise, Çeçenya başta olmak üzere Kafkaslar ve diğer eski Sovyet Cumhuriyetleridir.
Ne var ki, Rusya, savaşı bitiren anlaşmayla ele geçirdiği konum sayesinde bu yolu da kesme olanağı bulacak. Türkiye ve Azerbaycan, tüm somut delillere rağmen Azerbaycan’a dinci faşist çete taşındığını kabul etmeye yanaşmıyorlar. Bu, onların hala sağlam zemin bulamadıklarının işaretidir. Ama onların kabul etmemiş olmalarının bir önemi yok; gerçek ortada. Rusya, şimdi ya bu çeteleri ya Türkiye ve Azerbaycan’ın kendisine temizletecek ya da kendisi, kendi usullerine göre temizlemeye başlayacak.
Zafer için çıkılan yolda dört başı mamur bir hüsran için daha ne gereksin!