Faşist devletin tepesi toz-duman desek abartmış olur muyuz? Kesinlikle olmayız. Kim kime karşı, kim neyi niçin açıklıyor, açıklamaların her biri kimi hedef alıyor? Bütün bu soruların yanıtını herkes durumuna, beklentisine, dinci faşist iktidar karşısındaki tutumuna göre yorumlayıp açıklıyor. Bu bile, tek başına, nasıl bir belirsizlik denizinin içinde yüzdüklerini anlatmaya yeter.
Bütün bu karmaşıklık içinden yolu şaşırmadan çıkmanın yolu, devrimci teoriye sarılmaktır; başka yolu yok.
Hemen herkesin işaret ettiği ve üzerinde mutabık kaldığı bir nokta, dinci faşist iktidarın yolun sonuna geldiğidir. Bu gerçeği dinci faşist iktidarın başının dahi kabul ettiğini,açıklama ve politik manevra çabalarından rahatlıkla çıkarmak mümkün.
Başarıp başaramayacağı, koşulların uygun olup olmadığı ayrı bir konu, fakat dinci faşist iktidarın, bir yöntemden diğerine geçmek istediği açık. RTE’nin ve avanesinin sürekli reformlardan sözedip durmasının tek anlamı bu. Savcıların istedikleri gibi soruşturma açabildikleri, hakimlerin “gözünün üstünde kaşın var” deyip cezalar yağdırdıkları, polisin sorgusuz sualsiz insanları katlettiği, mahkemenin bir kapısından katil girenin öteki kapısından “aklanmış” olarak çıktığı, insanların helikopterden atıldığı vb vb saymakla bitmez faşist terörle toplumun emekçi sınıflarını, ezilen halklarını egemenlik, kölelik altında tutma yönteminden reformlarla köleliği devam ettirme yöntemine geçeceklerini, en azından, iddia ediyorlar.
Egemen sınıf olarak, tekelci sermaye sınıfı, toplumu yönetmede bir yöntemden bir başka yönteme neden geçer?
Kendi varlık koşullarını devam ettirme kaygısıyla; başka bir ifadeyle, artık eski yöntemlerle toplumu yönetemediği için bunu yapar. Daha doğrusu, yapmaya çalışır.
Dinci faşist iktidarı, daha doğrusu, tekelci sermaye sınıfını böyle bir yöntem değişikliğine zorlayan dinamiklerin başında, sınıf savaşımı gelir. Sınıf savaşımı ve ekonomik politik kriz, tekelci sermaye sınıfını ve dinci faşist iktidarı eski yöntemlerle yönetemez noktaya getirmiştir.
Dinci faşist iktidar, tekelci sermaye sınıfı adına, toplumu yönetmeye devam etmek için manevra yapmaya çalışıyor. Son günlerde “reform” kelimesini ağzından düşürmemesinin tek nedeni budur.
“Reform yapıyoruz” söylemi işin bir boyutu. Diğer boyutu ise, dinci faşist iktidarın emperyalist güçlere boyun eğdiğini her fırsatta, nedamet getirir gibi, dile getirmesidir. Örneğin, Doğu Akdeniz’de Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs’a doğrudan; bu üç devleti desteklediğini açıklayan AB’ne ise dolaylı meydan okuyan dinci faşist iktidar, kendisine yaptırım uygulanma ihtimalinin ciddiyetini görünce şöyle açıklama yapmak zorunda kaldı:
“Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz.”
Bu sözler RTE’nin. Ondan bir gün önce, RTE’nin sözcüsü İbrahim Kalın ise, 10-11 Aralık tarihleri arasında yapılacak AB zirvesi öncesinde Brüksel’e giderek, “Türkiye’nin AB üyeliğini stratejik bir öncelik olarak gördüğü” açıklamasını yapıyor. Düne kadar meydan okuma havasıyla götürdükleri AB ile ilişkilerde yelkenleri suya indirdikleri görülüyor.
ABD ile ilişkilerde durum daha da böyle. Biden’ın ABD Başkanı olma ihtimaliyle birlikte, ABD’nin dinci faşist iktidarı gözden çıkarma ihtimaline karşı önlem olarak “dostluk-müttefiklik” mesajları vermeye başladılar.
“Amerika ile uzun ve yakın müttefiklik ilişkilerimizi, bölgesel ve küresel tüm meselelerin çözümünde aktif olarak kullanmak arzusundayız.”
Kısacası, “emrinizdeyiz, ne arzu ederseniz derhal yerine getirmeye amadeyiz” demeye getiriyor RTE.
RTE, dinci faşist iktidar ve genel olarak tekelci sermaye sınıfına olmadık güç, sıfat ve yetenekler vehmeden darkafalılara daha önce defalarca anlatmaya çalışmıştık: Emperyalizm boyun eğdirir; görüntüye, açıklamalara aldanmayın diye.
Bütün bunların dinci faşist iktidar tarafından kendi ömrünü uzatmaya dönük manevralar olduğu açık.
Kısacası, dinci faşist iktidar, ekonomik ve politik kriz karşısında yıkılma durumuyla karşı karşıya. Sözüm ona reform vaatleri, AB ve ABD’ye yalvarışları kendisinin yerine bir başka burjuva iktidarın bu güçler ve tekelci sermaye sınıfı tarafından tercih edilme korkusundandır.
Devrimci-demokratik güçler, emekçi sınıflar, sınıf bilinçli devrimci öncü işçiler bu tablodan nasıl bir sonuç çıkarmalı? Asıl mesele budur.
Koşullar, tekelci sermaye sınıfı ve onun dinci faşist iktidarını artık yönetemez hale getirmiş ve dinci faşist iktidar bu durumdan kurtulmak için çeşitli vaatler sıralamaya başlamış ise, yapılacak şey, iktidarın bu vaatlerini yerine getirip getirmeyeceğini beklemek mi yoksa, bu koşullardan yararlanarak, yıkılmanın eşiğine gelmiş dinci faşist iktidarı, faşist devletiyle birlikte bir devrimle yıkmak mı?
Bir devrimciyle, bir devrimci komünistle bir sosyal reformisti, sınıf uzlaşmacısı liberali birbirinden ayıracak şey, bu soruya verilecek yanıttadır. İkinciler, yani sosyal reformistler, uzlaşmacılar, dinci faşist iktidarın “reform” vaatlerini yerine getirip getirmeyeceğini beklemekten, iktidarı bu sözlerini tutması için teşvik etmekten yanadırlar. Bu yolun dinci faşist iktidarın ayakta kalmasına, ömrünü uzatmasına yarayacağı o kadar açık ki, kanıtlanmasına gerek bile yok.
Birinciler yani devrimci güçler, devrimci komünistler, ikinci yoldan yürüyenlerdir; ortaya çıkan koşullardan, dinci faşist iktidarın oltanın ucuna taktığı yeme bakmadan, iktidarın, onunla birlikte tekelci sermaye sınıfı egemenliğinin bir devrimle yıkılması için mücadele eden güçlerdir. Bu, aynı zamanda gerçek, tam, eksiksiz demokrasiye ulaşmanın da yoludur.
Bu soruya verilecek yanıt her kişinin, partinin, hareketin rengini ortaya koyacaktır.