Öyle görünüyor ki, İngiliz emperyalizmi, 1956’da Süveyş Kanalı bunalımı sırasında kaybettiği resmileşen, ama gerçekte önceden başlayan emperyalist-kapitalist sistemin liderliğini, bu liderliği kaptırdığı ABD’den geri almak; o eski “üstünde güneş batmayan imparatorluk” günlerine geri dönmek istiyor.
Hakkını vermek gerekirse, Boris Johnson denen asalak, bu amacını üstü kapalı biçimde dile de getiriyor.
“Tarihimize uygun davranmak ve müttefiklerimizin yanında durabilmek için her alanda iyileştirme yapmamız gerekiyor. Bu, geri çekilme dönemini sonlandırma, silahlı kuvvetlerimizi dönüştürme, küresel nüfuzumuzu güçlendirme, ülkemizi birleştirip üst seviyeye çıkarma, yeni teknolojiye öncülük etme ile halkımızı ve yaşam tarzımızı savunma fırsatıdır”
Bir “geri çekilme dönemi”nde olduklarını kabul ediyor. Bu döneme son vermek istiyor. Bunun için NATO liderliğini ABD’den geri almak, silahlı kuvvetlerini dönüştürerek, silahların gücüyle küresel nüfuzlarını yeniden tesis etmek istiyor. Kısacası, 1956’lardan başlayıp bir kaç yıl öncesine kadar süren, Tony Blair döneminde ise ABD’nin “Fino Köpeği” diye adlandırılacak kadar diplere vuran “geri çekilme”ye son vermek istiyorlar.
İngiliz emperyalizminin iştahını kabartan gelişmelerin başında ABD emperyalizminin eski gücünü ve emperyalist-kapitalist sistem içindeki hegemonyasını kaybetmekte oluşu geliyor. Yine de İngiliz emperyalizminin hevesinin kursağında kalma ihtimali yüksek. ABD emperyalizmi, güç ve etkisini kaybetme sürecinde olsa da hala dünyanın en büyük, en güçlü ordusunu elinde tutuyor. Afganistan, Irak ve başka kimi yerlerden çekilme eğiliminde olsa da Pasifik ve Ortadoğu’dan çekilmeye niyetli değil.
Şu haber hem ABD’nin durumu hem de somut hazırlıkları hakkında fikir vermeye yetiyor:
“ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), Washington'un B-52H Stratofortress stratejik bombardıman uçaklarını Ortadoğu'ya aktardığını bildirdi.”
Kime karşı? Şüphesiz, Ortadoğu’ya yerleştirilen B-52H stratejik bombardıman uçaklarının doğrudan hedefi İngiltere değildir; olamaz. Ama bu güç gösterisi, İngiltere’ye NATO liderliğini ele geçirmenin; ABD’yi emperyalist-kapitalist sistemin liderliğinden indirmenin pek de kolay olmadığını anlatmaya yeter.
Sorumuz hala açıkta kalmaya devam ediyor. Öyleyse tekrar soralım: ABD’nin, yanı sıra İngiltere’nin savaş hazırlıkları kime karşı? Çin Dışişleri Bakanı Wang’ın açıklaması her şeyi, yoruma gerek bırakmayacak şekilde açıklıyor: “Rusya’nın çıkarlarını savunmaya hazırız” başlığıyla verilen haber şöyle devam ediyor: “Çin Dışişleri Bakanı Wang, Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ile telefon görüşmesinde, ‘iki ülkenin meşru haklarını ve çıkarlarını korumaya ve uluslararası adalet ile tarafsızlığı garanti etmeye hazır olduklarını’ dile getirdi.”
Emperyalist-kapitalist sistem, derin bir bunalımda ve sıçramalı çöküş sürecine, geri dönülmez biçimde, girmiş bulunuyor. ABD emperyalizminin dünya proletaryası ve emekçi sınıflarına, ezilen halklarına karşı 2000’li yılların başında başlattığı gerici dünya iç savaşı bugüne kadar amaçladıklarının tam tersi sonuçlar vermiştir.
Dünya proletaryası ve emekçi sınıflarının kapitalizme, burjuva sınıf egemenliklerine karşı ayaklanmalarını bastırmak için başlattıkları savaş, toplumsal devrimin bu güçlerinin dünyanın dört bucağında ayaklanmalarına yol açtı. 2019’da on bir aylık kısa bir süre içinde Lübnan’dan Şili’ye kadar uzanan geniş coğrafyada çok sayıda ülkede patlak veren ayaklanmalar ABD ve müttefikleri olan diğer emperyalistlerin amaçlarının tam tersi sonuçlarla karşılaştıklarını kanıtlamaya yeter.
Dahası var. Eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki halkların sosyalizme duydukları özlem, eğilim ve istek her geçen gün artıyor. Sovyetler Birliği topraklarında sosyalizmi tahrip eden küçük burjuva güçler, tüm yağmalamalara karşın kapitalizmi restore amaçlarına tam anlamıyla ulaşamadılar. Tahrip ettikleri ve yağmaladıklarıyla kaldılar. Halkların sosyalizme doğru eğilimi, ibrenin yavaş yavaş tersine dönmekte olduğunun işaretlerini veriyor.
ABD, İngiltere ve diğer emperyalistlerin dünya halklarıyla birlikte Rusya, Çin, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Küba’yı hedef tahtasına koymalarının başlıca nedeni budur. Bu, Rusya yönetiminin “sosyalist” olduğu anlamına gelmiyor elbette. Ama Rusya topraklarında geride kalan sosyalizmin mirası bile emperyalistlerin uykusunu kaçırmaya yetiyor. Rusya yönetiminin önünde ise kendi topraklarını savunmaktan başka yol kalmıyor.
Devletler arası topyekun bir savaş anlamında 3. Dünya Savaşı kaçınılmaz mı? Elbette değil. Dünya emekçi halkları, pasifist “barış” politikasıyla değil, ayaklanma ve devrimlerle bunu önleyebilirler. Ama bu ayrı bir inceleme konusudur.
NOT: İlk bölümü okumak için tıklayınız