S-400 Hava Savunma Sistemini Rusya'dan aldı diye Türkiye'ye ABD'den sert yaptırım bekleyenler, bir kez daha sukutuhayale uğradılar. Türkiye'nin ABD ile, Avrupalı emperyalistlerle, İsrail'le ilişkilerinin özünü anlamayanlar, bu hazin durumla karşılaşmaktan kurutulamayacaklar. Öyle anlaşılıyor.
ABD, S-400'leri aldığı için Türkiye'yi F-35 projesinden çıkardı. Bu doğru. Arkasından S-400'leri ordunun silah envanterinden çıkarmaması durumunda uygulayacağı yaptırımlar konusunda esti gürledi. Demeç üstüne demeç verdiler, açıklama üstüne açıklama yaptılar. CAATSA yaptırımlarıyla tehdit ettiler.
Sosyal reformistler, uzlaşmacılar, liberaller bu gürültülü gıdaklamalara aldanıp ABD'nin bu sefer gerçekten “sert önlemler” alacağını; bu önlemlerle dinci faşist iktidarı ve onun başını hizaya getirip “açılım”yapmasını sağlayacağını düşündüler.
Bu arada, “asrın lideri” ABD'nin ayağına kadar getirdiği kitleleri aldatma fırsatını kaçırmadı. ABD'ye kafa tutar gibi yaptı. Emperyalizme karşı “dik” duran, dediğini yapan, kararından geri dönmeyen adam görüntüsü çizdi. Kitlelerin milliyetçi/şoven duygularını okşadı, kendine belli belirsiz bir destek sağlamaya çalıştı. (bu arada hiç de istemediği ve hesaba katmadığı sonuçlar da ortaya çıktı: Anti-Amerikancı duyguların güçlenmesi gibi. Ama bu şimdilik konumuz dışı)
Çok geçmeden bunların hepsinin danışıklı dövüş olduğu ortaya çıktı. ABD'nin bunca büyük ve gürültülü gıdaklamalarından, çıka çıka serçe yumurtası büyüklüğünde yumurtalar çıktı. CAATSA yaptırımları dedikleri şey, Savunma Sanayi Kurumu'na ve onun başkanı ile belki de çaycısına karşı alınan yaptırım kararları oldu!
Bunların göstermelik, zevahiri kurtarmaya dönük yaptırımlar oldukları her hallerinden belli idi. Yine de yaptırım yaptırımdır dendi ve tepki gösterilmesi gerektiğini düşündüler. Yoksa, danışıklı dövüş hasım Rusya dahil herkes tarafından açıkça anlaşılabilirdi. Öyle yaptılar. Dinci faşist iktidar yetkililerinden bir kaç kişi, NATO ve emperyalistlere bağlılıklarını dile getirdikten sonra yaptırımları kınadılar. Müttefikliğe yakıştıramadıklarını ilan ettiler. İnandırıcılık için bu son sahne oyuna mutlaka eklenmeliydi, eklediler.
Yine de sermaye çevrelerinde oluşabilecek herhangi bir endişeye mahal vermemek için bu yaptırımların ciddi olmadığını, Savunma Sanayini hedef almadığını, etrafından dolanarak yaptırımların getirdiği kısıtlamaları kolayca aşabileceklerini açıkladılar. Açıklayan, CAATSA yaptırımlarına bizzat muhatap olan adamdı; şöyle:
“Şu anda çerçevesi çizilmiş bir yaptırım var ve bu çerçevenin de nerelere dokunacağını net olarak biliyoruz. Milli Savunma Bakanlığı, TSK ve güvenlik güçlerimizin hiçbirisi bundan etkilenme durumunda değil. Bizim projelerimiz genelde savunma sanayii şirketleri üzerinden yürür bu şirketlerimizin hiçbiri bu yaptırım kapsamında değil.”
Hepsi bu işte! Yaptırımlar bir masaldan ya da abi kardeş arasında lolipop için yapılan boş gürültülü bir kavgadan ibarettir. Böyle kavgaların olmadığı aile ilişkileri pek nadirdir; ciddiye alınmaması gerektiğine sürekli işaret ettik, vurgu yaptık.
Birkaç satır sonra bu yaptırımların hiç bir etkisinin olmadığını, kolayca aşılacağını, işlerin üzerinden yürüdüğü şirketlerin hiç birinin yaptırım kapsamında olmadığını söyleyen zat-ı muhterem, yine yukarıdaki değerlendirmemizi haklı çıkarmak istercesine önce RTE'yi “büyük lider” gibi lanse edecek “Cumhurbaşkanımızın dik duruşu ambargo oluşturdu” cümlesini kuruyor, arkasından, fırsat bu fırsat deyip, şoven duyguları gıdıklayacak şeyler söylüyor.
Fakat anlaşılan bu açıklama sermaye sınıfını rahatlatmaya yetmemiş olacak ki, devreye ABD Dışişleri Bakanı'nın kendisi girme ihtiyacı duyuyor ve CAATSA yaptırımlarının yemin billah Türkiye'ye karşı olmadığı güvencesini vermeye çalışıyor. Haber şöyle:
“ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun, Türkiye'ye karşı 14 Aralık'ta açıklanan S-400 yaptırımları sonrasında Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile telefon görüşmesi yaparak yaptırımların Türkiye'nin askeri kapasitesini zayıflatmayı amaçlamadığı yönünde güvence verdiği bildirildi. Bakanlık sözcüsü Cale Brown'ın açıklamasına göre bu hafta içinde yapılan görüşmede Pompeo, Çavuşoğlu'na 'yaptırımların amacının Rusya'nın önemli gelirlere, erişim ve nüfuza ulaşmasını engellemek olduğunu' söyledi.”
ABD başta olmak üzere tüm emperyalistlerin temel politikalarını, davranış reflekslerini doğru anlamak için bu sözlerden iyisi Şam'da kayısı! Mesele Rusya'dır.
Ortada küresel bir iç savaş var. Türkiye, bu küresel iç savaşta emperyalist-kapitalist sistemin en önemli uç karakollarından biridir. Ne ABD ne de Avrupalı emperyalistler emperyalist-kapitalist sistemin sınırlarını koruyan bir devleti böyle ufak tefek iç kavgalar uğruna harcarlar. Harcamayacaklarını daha önce emperyalist devlet sözcülerinin açıklamaları eşliğinde defalarca gösterdik. Örnek olsun diye James Jeffrey'in şu ifadesini aktardık:
Bu kadarı yeter.
Ancak, buraya kadar söylenenlerden önemli bir ara sonuç çıkarmak zorunluluğu var. Şudur: Faşist devlete, dinci faşist iktidara ve tekelci sermaye sınıfı egemenliğine karşı özgürlük, kesin ve tam kurtuluş mücadelesi verenler, başta ABD olmak üzere, emperyalizme karşı da mücadele etmek zorundalar. Yani kesin ve tam kurtuluş mücadelesi, tekelci sermaye sınıfı egemenliğine olduğu kadar emperyalizme karşı da olmak zorunda. Şüphesiz, mücadelenin bu içeriğinin daha köklü temelleri var.
Şimdilik bu köklü nedenler bir yana, bu kadarı da, mücadelenin tekelci kapitalizme olduğu kadar emperyalizme karşı da olması gerektiğini anlatmaya, kanıtlamaya yeter. Bu içerik, Türkiye için olduğu kadar Kürdistan ve Rojava devrimci hareketi için de aynı derecede gerekli ve önem taşımaktadır. Çünkü Kürt ulusunun özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden biri faşist devlet ve tekelci sermaye sınıfı egemenliği ise, diğeri de faşist devleti ve tekelci sermaye sınıfını Kürt ulusunu kölelik altında tutması için cesaretlendiren, her türlü desteği veren ABD ve diğer emperyalist devletlerdir.
Evet, kimilerine şaşırtıcı gelse de gerçek şu ki, örneğin Rojava devriminin zaferinin önündeki en büyük engel faşist devletle birlikte ABD ve diğer emperyalistlerdir. Çeşitli biçimlerde gizlenen bu gerçek şimdi yavaş yavaş açığa çıkmaya başladı. İlk örnek, Gri Spi, Tel Abyad işgallerinin ABD adına James Jeffrey tarafından planlandığının ortaya çıkmış olmasıdır. ABD'ye toz kondurmak istemeyenlerin James Jeffrey'i günah keçisi ilan etmelerinin hiç bir önemi ve hiç bir değeri yoktur. Bütün adımlar ABD devletinin politikaları doğrultusunda atılmaktadır. Unutmayalım ki, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine en büyük darbe olan Abdullah Öcalan'ın tutsak edilmesi, ABD-İsrail ikisi tarafından tezgahlanmıştı. Kürt halkına bu gerçek unutturulmamalıdır.
İzlenmesi gereken yol, ABD ve diğer emperyalistlere karşı uzlaşmaz bir mücadeledir. ABD emperyalizmiyle uzlaşma politikası ya da uzlaşma mesajları anti-Amerikancı bilinci giderek daha keskinleşen emekçi kitlelerin desteğini kaybetmekten başka hiç bir işe yaramaz.
Yaptırım perdesinin arkasında işte bu gerçek ilişkiler bulunuyor.