İşçi sınıfı ve ezilen halkların devrimci politik güçleri açısından bu soruya doğru, bilimsel, olgularla kanıtlanabilir yanıt vermek yaşamsal önemdedir. Çünkü, birleşik devrimin toplumsal güçlerinin önüne koyacakları mücadele görev ve hedefleri; yapacakları propaganda ve ajitasyon faaliyetinin temelinde bu sorunun yanıtı bulunuyor.
Türkiye nereye gidiyor?
Bugüne kadar, bu köşeden, kafalarda en ufak bir soru işareti bırakmayacak netlikle bu soruya yanıt verdik. Hem de bir iki defa değil, defalarca... Yine de, konuya, tekrar tekrar dönmek zorundayız. Çünkü, elindeki propaganda ve ajitasyon araçlarıyla sadece tekelci sermaye sınıfı değil, liberaller, uzlaşmacı parti ve güçler, sosyal reformist partiler de emekçi sınıfların bilinçlerinde, mücadele görev ve hedeflerinde bulanıklık yaratmak için ellerinde geleni yapmaktalar.
Sonda söylenmesi gerekeni baştan söyleyelim: Türkiye, tekelci sermaye sınıfı ve onun politik güçleri, yani faşist devlet, dinci faşist iktidar ile işçi sınıfı, emekçi, yoksul kitleler ve Kürt halkı arasında uzun yıllardır süren kesintisiz; yoğunluğu hep aynı kalmasa bile, genel olarak, sürekli yükselen, derinleşen bir çizgi izleyen bir iç savaş yaşanmaktadır.
Bu savaşta, devrimin toplumsal güçleri, baskı, terörcü, kanlı; kendilerini derin bir yoksulluk içine iten, yaşamdan kovan sömürü sistemine karşı saldırı konumundalar. Buna karşılık, tekelci sermaye sınıfı, kapitalist sömürü düzenini ortadan kaldırmaya yönelik bu hareketi ezmek için elindeki tüm politik ve zor araçlarını harekete geçirmiştir.
Bu savaşta kararlar, kurallar, hareket biçimleri yasalara, hukuka, meşruiyete değil, güce göre belirlenir.
Tekelci sermaye sınıfı, elindeki tüm baskı ve zor araçlarını harekete geçirirken, emperyalist devletlerin, hükümetlerin güç ve desteğini de arkasına almıştır. Eşyanın doğası budur.
Bunun pratik, somut ve son örneği, Alman devleti ve hükümetinin, son günlerde yaptığı açıklamadır. Merkel hükümeti, Türkiye'yi istikrarsızlığa götürecek yaptırım ve kararlara karşı olduğunu açıkça ilan etmiştir.
Sonraki adımları da bu politikaya uygun gelişmiştir. Savunma Bakanı, Türkiye'ye silah ambargosu uygulanmasına karşı olduğunu açıklamıştır. Almanya bu politikada yalnız değil. Buna, Amerika'yı, İngiltere'yi, İtalya'yı, Hollanda'yı, hatta, RTE ile yumruk yumruğa gelen Macron'un Fransa'sını ve Yunanistan'ı rahatlıkla ekleyebiliriz. Hiçbiri, birleşik devrim karşısında dinci faşist iktidarı zayıf düşürecek herhangi bir adımı ne atarlar, ne de attırırlar.
Dinci faşist iktidar ve onun başı RTE, bu durumun bilincindedir. Güncel meselelerde hırlaşsalar da temel, yaşamsal konularda emperyalist devlet ve hükümetlerin desteğinin arkalarında olduğundan ve olacağından eminler.
AİHM'in Demirtaş'la ilgili kararına ve bu karar karşısında dinci faşist iktidarın politikasına bu açıdan bakmak, değerlendirmek gerekir. Önce RTE AİHM kararını ciddiye almayacağını açıkladı. Arkasından İçişlerine bakan SS, karar için “hiç bir anlamı yok” deyip ekledi:
“Demirtaş teröristtir. AİHM'in, hangi sebeple olursa olsun aldığı karar boşlukta bir karardır, hiçbir anlamı yoktur.”
Bu yeni bir şey değildir. Türk mahkemeleri daha önce AİHM'nin sayısız devrimci tutsak için aldığı “yeniden yargılama kararı”nı o devrimci tutsaklar tahliye olabilirler diye gündeme bile almadılar. Ne AİHM, ne de herhangi bir emperyalist hükümetin buna itirazı olmuştu.
Birleşik devrim (işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, Kürt halkının devrimci hareketi) tekelci sermaye egemenliğini tehdit ederken dinci faşist iktidar, emperyalist hükümetler bu tür “ayrıntılara” önem verecek değillerdi.
İç savaş ve birleşik devrimin gelişmesi karşısında tekelci sermaye sınıfı ve dinci faşist iktidarı daha çok baskı, daha çok terör politikasına yöneliyor. Ekonomik ve politik kriz derinleşip tekelci düzen temellerinden sarsıldıkça faşist devletin başını çektiği karşı devrim güçleri terör ve saldırılarını sertleştirip arttırıyorlar.
Güç ve yetkiler giderek daha çok merkezileştiriliyor; daha az elde toplanıyor. İç savaşı kazanmak için tekelci sermaye sınıfı ve emperyalistler dinci faşist iktidarı her türlü yetkiyi eline almaya teşvik ediyorlar. RTE, tüm yetkileri eline geçirmek ve tüm kurumlar üstünde tam bir denetim kurmak için yapmayı planladıkları şeyleri şu sözlerle açıkladı:
“Her şey gibi muhalefetin de yerli ve millisini ülkemize kazandırmak inşallah bize nasip olacaktır. Cumhur İttifakı’yla birlikte önce 2023, ardından da çok daha güçlü şekilde yoluna devam ettirmekte kararlıyız. Bu hedefe ulaşana kadar hiçbirimize durmak, dinlenmek yoktur.”
Görülüyor, dinci faşizmin kendisini hükümete taşıyan, her zor durumda kendisini ayakta tutan payanda rolünü oynamış, RTE'yi Cumhurbaşkanlığı'na taşımış, “Yenikapı Ruhu” diye kendisine bugünlerin yolunu açmış burjuva muhalefete bile tahammül edemiyor; burjuva muhalefet partilerini kapatıp dinci faşist iktidarın organize edeceği bir “yerli ve milli muhalefet” oluşturmayı planlıyor.
Birleşik devrim, karşısında birleşmiş bir karşı devrim yaratarak ilerliyor. Devrimci tutsaklar AİHM kararlarıyla değil, birleşik devrimin gücüyle özgürleşecekler. Birleşik devrimin toplumsal ordusuyla karşı devrim güçleri arasındaki çarpışma son mantığına kadar ilerleyecek; nicelik niteliğe dönüşecektir. Nitel sıçrama kaçınılmazdır.
Türkiye ve Kürdistan bu noktaya doludizgin gidiyorlar.