Türkiye tekelci kapitalizminin, derin bir krizden de öte, çöküş süreci içinde olduğunu görüp kabul etmeyen pek az çevre ya da kişi kaldı. Hemen hemen herkes, her çevre, her parti ya da politik güç, buna kimi burjuva çevreler dahil, düzenin çöküş süreci içinde olduğu konusunda hemfikir.
Dinci faşist iktidara maledilse de, sonuçta düzenin, onunla birlikte devletin kurumlarının, burjuva toplumun bir çürüme, bir dağılma içinde olduğu artık tartışma götürmüyor. Dinci faşist iktidar da bu gerçeğin farkında ve bu yüzden buna uygun önlemler alıyor. Son önlemi, orduya ait her türlü malın polis ve MİT tarafından kullanılabilmesini sağlayan yönetmeliği çıkartmak oldu. Bu, dinci faşist iktidarın, iç savaşın daha kanlı safhalarına hazırlık adımı olarak anlaşılmalıdır. Hazırlık yapıyorlar.
Bu hazırlık bile, tek başına, düzenin, tekelci sermaye egemenliğinin emekçi sınıfların devrimci ayaklanması tehdidi altında olduğunu kanıtlamaya yeter. Dinci faşist iktidarın, yukarda zikrettiğimiz yasası dahil, SADAT gibi dinci faşist eğitme kurumlarını açıkça desteklemesi, dinci faşist tosuncukları beslemesi, silahlandırması, eğitip örgütlemesi ve daha görünmeyen pek çok adımı bu tehdide karşı tedbir olarak atılıyor.
Tekelci kapitalizmin krizinden söz eden kişi, grup ya da parti, Marksist sıfatına layık olmak istiyorsa, devrimi de öngörmek ve toplumsal devrimi güncel mesele olarak önüne koymalıdır. Zira, kapitalizmin krizleri ile toplumsal devrim arasında doğrudan, kopmaz, sıkı bir bağ vardır. Bir Marksist bu bağı kurmak ve pratik faaliyetinin merkezine yerleştirmek zorundadır. Marx, kapitalizmin krizleri ile toplumsal devrimler arasındaki bağı şöyle kuruyor:
“1847 dünya ticaret bunalımı, Şubat ve Mart Devrimlerinin (Fransa, Almanya ve Avusturya devrimleri, editörün notu) gerçek anasıydı ve 1848 ortalarından itibaren yavaş yavaş geri gelen ve 1849 ve 1850'de doruğuna varan sınai gönenç, yeni güçlenen Avrupa gericiliğini canlandırıcı bir güç oldu.”
Marx, kapitalizmin bunalımı ile toplumsal devrim arasındaki; sınai gönenç ile gericilik arasındaki bağı böyle kurduktan sonra devam eder:
“Bir yeni devrim, ancak yeni bir bunalımın ardından gelebilir. Ama bu da bunalımın kendisi kadar kesindir”
Çok açık: Bunalım ne kadar kesin ise devrim de o kadar kesindir. Marx, devrimi ne bir partinin ne de bir başka gücün hazırlığına vb. bağlıyor. Göz önüne aldığı tek şey kapitalizmin bunalımıdır. Kapitalist bunalımın toplumsal devrime yol açmasına kesin gözüyle bakıyor. Bunun için ne herhangi bir partinin hazırlığını ne de başka bir koşul arıyor.
Sosyal reformistlerin ve oportünistlerin kurmaktan itinayla kaçındıkları şey kapitalizmin krizleri/bunalımları ile toplumsal devrim arasındaki işte bu bağdır. Bundan neden kaçınırlar? Bu sorunun yanıtı gayet basit ve anlaşılır: Çünkü bu bağı bir kez kurarlarsa tüm sosyal reformist, oportünist düşüncelerini çöp sepetine atmak zorunda kalırlar.
Haliyle yaptıkları şey, kapitalizmin kriziyle birlikte yoksulluğu derinleşen, işsiz kalan, açlıkla karşı karşıya kalan öfkeli kitlelere ya reformlar için mücadele hedefini göstermek ya da “maraza” çıkarmalarını önermek. Okur belki şaşırıp gülecek ya da inanmak istemeyecek şu “maraza çıkarma” önerisine ama laubaliliğin doruk noktasına işaret eden bu öneri bir sosyal reformist çizginin cisimleşmiş hali bir partinin en yetkilisi tarafından ciddi ciddi yapıldı.
Oysa, açlığı, sefaleti, evine bir ekmek götürememenin, çocuğuna bir çikolata alamamanın derin acısını yüreklerinde hisseden emekçi sınıfların laubalilik kaldıracak halleri yok. Onlar ciddidir, yaşamı, kavgayı ciddiye alıyorlar ve kavgaya atıldıklarında faşist devlet karşısında ciddi bir bedele hazır olmak gerektiğini, işin şaka kaldırır yanı olmadığını on yıllarca süren mücadele deneyimlerinden biliyorlar.
Gericiliği canlandıracak güç olarak sınai gönenç dönemi artık söz konusu değil. Tekelci kapitalist bunalımın, kitleler üzerinde yarattığı yıkıcı etkiyle kitleleri sokağa, devrimci eylemlere itiyor; kitlelerdeki devrimci enerji tarihte hiç olmadığı kadar birikiyor ve yıkıcı bir güce dönüşüyor. Bunun günlük, basit, pratik, hemen anlaşılır, elle tutulur somut biçimi emekçi sınıfların, yoksul insanların, işsizlerin, ezilen ulus ve ulusal topluluk halklarının isyan ve ayaklanmalardan kolayca söz etmeye başlamalarıdır.
Emekçi sınıflar, yoksul kitleler, sokağa atılan işçiler, pandemiyle birlikte ölüme terk edilen milyonların ruh hali şimdi isyancı ve ayaklanmacı bir ruh halidir. Sokak röportajlarında, işçilerle, işsizlerle, yoksullarla yapılacak her konuşmada bu ruh haline tanık olmak mümkün.
Sorun, emekçi sınıflarda, yoksul kitlelerde, faşizmin baskı, terör ve katliamları altında büyük acılar çeken Kürt halkının, diğer ulusal topluluk halklarının bu devrimci, yıkıcı enerjilerini açığa çıkarmakta. Sorulması gereken soru şudur: Bu enerjiyi nasıl açığa çıkarabilir, düzeni yıkan bir güce dönüştürebiliriz?
Bu sorun üzerine daha önce de durduk ama, öneminden dolayı, üzerinde ne kadar durulursa yeridir. Kitlelerin devrimci enerjisini açığa çıkarmanın yolu, onların önlerine gerçek kurtuluşlarını sağlayacak, yoksulluk, işsizlik, açlık gibi kitleler için birer gerçek felaket olan sorunlara son verecek hedefler koymaktır. Bu hedeflerin başında, tüm sorunların kaynağı olan tekelci kapitalizme son verecek bir toplumsal devrimdir. Tekelci kapitalizmin, sömürü düzeninin çöküş, çürüme sürecinde devrim artık pratik, güncel bir mesele haline gelir. Türkiye ve Kürdistan'da durum tastamam budur.
Devrimin zaferiyle birlikte ya da faşist burjuva devlet henüz yıkılırken sömürücü sınıflar üzerinde enerjik bir diktatörlük olarak çalışacak devrimin organı olarak Geçici Devrim Hükümeti, kitlelerin devrimci enerjisini açığa çıkaracak ikinci önemli hedeftir. Birlikte ele alınması gereken bu iki büyük hedefle birlikte, Geçici Devrim Hükümetinin bankalara, büyük tekelci birliklere, emperyalistlerin mali, askeri, ekonomik varlıklarına, büyük toprak mülkiyetine el koyacağını ve daha ilk günden emekçi sınıfların maddi yaşamında el tutulur iyileştirmeler için önlemler alacağını, bu önlemlerin neler olduğunu ilan etmek gerek.
Şimdi, yoksul, ezilen kitlelerin, hergün evlatları katledilen Kürt halkının, küfür, hakaret ve aşağılamaya maruz bırakılan ulusal topluluk halklarının işte bunlara ihtiyaçları var. Bunları bilmek istiyorlar.