İlk bakışta yanıtı gayet kolay bir soru gibi görülüyor, değil mi? Ne var bunda bilinmeyecek denilebilir. Kim alandan apar topar kaçtıysa, kim savaş alanını terk ettiyse hezimete uğrayan da odur! Madem ki, Türk ordusu, bu saldırıyı tek başına yaptı ve bir gece ansızın tüm unsurlarını toplayıp çekti gitti hezimet faturası da ona kesilir. Ama kazın ayağı hiç de göründüğü gibi değil.
Hulusi Akar, çok konuşunca çok açık veriyor ve işlerin hiç de böyle normal seyrinde gitmediğini, tek başlarına böyle bir saldırıya kalkışmadıklarını öğreniyoruz. Uğradıkları hezimeti gizleme çabası ve paniği Hulusi Akar'ı çok konuşmak zorunda bırakıyor.
Kuraldır, bilinir, çok konuşan çok açık verir. Hulusi Akar, bu kuralın dışında kalmayı beceremiyor. Bu saldırı, “rehineleri kurtarma amaçlı mıydı, yer tutma amaçlı mıydı” yavanlıklarına girmeye, buralardaki çelişkileri bulup ortaya çıkarma boş çabasına girecek değiliz. Bu yavanlıklar, kitleler için “cambaza bak” aldatmacasından başka işlev görmez.
Asıl konuşulması gereken konu, TSK'nın bu saldırıyı tek başına yapıp yapmadığı, tek başına yapmadıysa onun yanında kimlerin yer aldığı, kimlerin yardım ettiğiydi. Türkiye ve Kürdistan halklarının dostunu düşmanını tanımaları açısından gerekli olan şey budur.
Bu soruya yanıtın ilk izini, Hulusi Akar'ın 16 Şubat 2021 tarihinde TBMM'de yaptığı konuşmada buluyoruz. Akar, alakalı alakasız bir sürü şey anlattığı bu konuşmasının bir yerinde şunları söylüyor:
“Operasyon için gerekli gizlilik önlemleri içinde geniş bir hazırlık süreci yaşanmış, bu çerçevede; operasyon yapılacak arazi ile ilgili ayrıntılı harita çalışması yapılmıştır. Kuvvet ihtiyaçları belirlenmiş, hedeflere yönelik ayrıntılı çalışmalar icra edilmiştir .Dost ve müttefiklerimizle koordine edilerek yapılan harekat öncesinde; hedefler özenle seçilmiş, harekatın planlanması ve icrasında sivil halkın can ve mal güvenliği ile çevrenin korunmasına azami dikkat ve hassasiyet gösterilmiştir.”
Hezimeti gizlemek için ortalığa boca edilmiş bu laf yığınından mercek altına alınıp izi sürülmesi gereken cümle işte bu altını çizdiğimiz cümledir; dileyen buna itiraf da diyebilir. Gare saldırısının salt Türk ordu güçleri tarafından değil, faşist devletin ve dinci faşist iktidarın “dost ve müttefik” bildiği güçlerle/devletlerle yapıldığının itirafıdır bu sözler.
Buradan bir başka soru doğuyor, doğal olarak: Kim bu “dost ve müttefikler” sorusu. İki ülke emekçi sınıflarının, yoksul halklarının dinci faşist iktidara, Kürdistan topraklarının işgalinde yardım eden dinci faşist iktidarın ve faşist devletin bu “dost ve müttefikler”ini bilmesi tanıması gerek.
Bu sorunun yanıtının izini, ummadık yerde buluyoruz. Alman Federal Meclis ve Avrupa Karma Parlamenterler Meclisi (AKPM)’nin Birleşik Avrupa Sol Grubu Başkan Yardımcısı, Andrej Hunko'nun açıklaması bize Almanya'yı işaret ediyor.
Hulusi Akar, çok değil, Gare saldırısından bir hafta önce, Almanya'ya gelip Alman Savunma Bakanı ile görüşmüştü. Hunko, işte bu görüşmede iki ülke Savunma Bakanlarının neler görüşmüş olabileceğini merak edip kendi hükümetine soru sorunca şu kısa yanıtı alıyor:
“Suriye ve Irak’taki durum görüşmenin konuları arasındaydı.”
Bu yanıt tek başına bir kanıt oluşturmazdı elbette. Ancak bu bir emaredir ve Andrej Hunko da, başka emarelerle birleştirerek şu kanıya varıyor:
“Bence Türkiye operasyon planını Almanya’ya sundu ve herhangi bir itiraz almayınca da hayata geçirdi.”
Başka emareler neler mi? Andrej Hunko onları da üşenmeden sıralamış. Bu emarelerden bir başkası şu:
“Berlin’deki görüşmeden iki taraf da memnun kaldığını açıkladı, bu bize Erdoğan rejiminin Almanya’dan beklediği onayı aldığının göstergesidir. Ayrıca savunma bakanlarının görüşmesinden birkaç hafta önce de iki ülkenin dışişleri bakanları Maas ve Çavuşoğlu bir araya geldi. Bu görüşmenin ardından iki bakanın samimi pozlarla Türkiye’nin batıyla sorunlarının çözümü için adımlar attığı ve ilerleme olacağı belirtmesi dikkat çekti. Neyin karşılığında böyle bir sürecin başlamasına karar verildi? Şüphesiz bu Türkiye’nin bir konuda istediği onayı kopartmaktan başka ne olabilir.”
“Belgesi var mı bu destek ya da onayın?” diye sorulabilir. Elbette yok, ama tıpkı rüşvetin olduğu gibi, bu tür ilişkilerin hiç belgesi olur mu? Olmaz! Ama, ABD'den Rusya'ya kadar, dünyanın dört bir tarafında bu saldırı/hezimetle ilgili şu ve ya bu şekilde “görüş” açıklanırken Almanya ve bu emperyalist devletin liderlik ettiği Avrupalı devletlerden çıt çıkmaması bir başka emare değil mi? Hunko, bu durumu da;
“Almanya ve AB’nin hiçbir şekilde bu operasyona yönelik bir kınama veya üst düzeyde bir açıklama gelmemesi, sesiz kalınması da bu saldırıdan haberdar oldukları tezimi güçlendiriyor” sözleriyle bir emare olarak kabul ediyor; öyledir!
Başka hangi “dost ve müttefikler” bu saldırıda yer almışlar. Hiç şüphe yok, olağan şüpheli KDP ve askeri güçleri ile Irak merkezi hükümetidir. Ama bunları sıralamak yetmez. ABD'yi mutlaka hesaba katmak lazım. ABD istihbaratı olmadan Türkiye'nin şuradan şuraya bir adım dahi adım atamayacağı bir yana, bu emperyalist devletin Irak Merkezi hükümeti-KDP-Türkiye üçlüsünü PKK'ye karşı bir araya getirmeye çalıştığı ve getirdiği belgelidir.
Hala uzlaşmacı, liberal, sosyal reformist darkafalılar Türkiye'nin ABD ile Batı arasında sıkıştığını; bu iki emperyalist kampın Türkiye'yi, dinci faşist iktidarı sıkıştıracağını ileri sürmeye devam ederler mi bilemiyoruz. Bildikleri nakaratı tekrarlamaya devam edeceklerini tahmin etmek güç değil.
Ama James Jeffrey, yine yapacağını yapmış ve “Ankara ve Moskova arasındaki ilişki bağlamında Suriye'nin İdlib bölgesi, Libya ve Dağlık Karabağ olmak üzere Rusya'nın Türkiye sebebiyle üç alanda askeri açıdan geri adım atmak zorunda kaldığını” açıklamış. Sonra da eklemiş:
“Türkiye’nin taraf değiştirdiğini (...) düşünenler durumu yanlış değerlendiriyor.
Gare hezimeti, işte tüm bu “dost ve müttefikler”in hezimetidir.