Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Sözcüsü Peter Stano, dinci faşist iktidarın -tabii ki Peter Stano bu kavramı kullanmıyor- HDP'ye yönelik baskılarından dolayı AB'nin ciddi şekilde endişe duyduğunu açıklamış.
Eksik açıklamış bize kalırsa. Ciddi endişelerinin yanında derin kaygılar taşıdıklarını, tarifsiz üzüntülere gark olduklarını da açıklamalıydı! Dinci faşist iktidarın HDP'ye, halk kitlelerine, Kürt halkına uyguladığı baskı ve şiddet karşısında AB'nin kapıldığı duyguları ancak bu kavramlar ifade edebilir. Hatta ifade etmede eksik bile kalabilir.
HDP üzerinde yoğunlaşan baskıları yüzünden “ciddi endişelerini” ifade ettikten sonra şöyle devam etmiş Peter Stano:
“Bu gelişmeler, Türkiye’nin AİHM’in Sayın Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasına ilişkin kararını uygulamadığı ve HDP’nin yüzlerce yerel siyasetçisinin, seçilmiş yetkilisinin terörle ilgili suçlamalarla tutuklandığı mevcut durumu pekiştirmektedir.
İddia edilen herhangi bir kabahat veya suç kanuni prosedürlere tabi tutulmalı ve masumiyet karinesi korunmalıdır.
Uzun süredir Avrupa Konseyi üyesi ve AB'ye aday ülke olarak Türkiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygı göstermeli, siyasi örgütlenme özgürlüğü dahil olmak üzere demokratik sistemini korumalıdır.”
Bunlar şüphesiz, idam sehpasına götürülen mahkumun yanındaki rahibin teskin etmeye yönelik sözlerinden farksızdır. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği Komisyonu ve daha bir dizi AB kurumunun işlevi budur. Avrupalı emperyalist devletler ekonomik ve siyasi çıkarlarına uygun politikaları bir yandan sürdürürlerken, bu “rahip” işlevi gören kurumlar da emperyalistlerin günah ve suçlarını örtmek; emekçi halkları uyutmak işini görüyorlar.
Bu iki yüzlülüğü görmek için Almanya hükümetinin, Alman devletinin, silah satışları başta olmak üzere, Türkiye ile ilişkileri tam gaz nasıl devam ettirdiğine bakmak yeterlidir. Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin pek övündüğü SİHA'ları Alman, İngiliz, Kanada vb devletlerin desteği ile ürettiğini, Türkiye'nin “Alman desteği olmadan SİHA'ları üreteme”yeceğini daha önce ve defalarca göstermiştik. Aynı şekilde “Roketsan teknolojisi”nin Almanyadan geldiğini de.
Ama tüm bunlar, Almanya ile Türkiye arasındaki yakın ve sıkı bağlar açısından bir şey değil daha. Almaya'nın Türkiye ile olan ekonomik ve ticari ilişkilerinin hacmini bir yana bırakıyoruz. Almanya adına, örneğim Merkel'in en büyük korkusunun Türkiye'nin istikrarsızlaşması olduğunu biliyoruz. Türkiye'nin istikrarı, yani düzeni tehdit edecek her türlü devrimci gelişme, Merkel'in en büyük kaygısıdır.
“En büyük endişe, Avrupa’ya daha fazla göçmen akını olması değil. Alman şirketlerinin Türkiye’deki yeni yatırımlarının zora girmesi de değil. Merkel'in aslında en büyük endişesi, Türkiye içinde bir ekonomik ya da siyasi istikrarsızlık yaşanması olasılığı. Bunun tüm bölgeyi etkileyebilecek olası sonuçları olabileceği değerlendirmesi yapılıyor.”
Gerçekler böyle olunca, Almanya'nın dinci faşist iktidarı ve faşist devleti her türlü devrimci gelişmeye karşı desteklemesinde şaşılacak ne olabilir? Gare saldırısı öncesinde Akar'ın soluğu Almanya'da almış olması, Almanya'dan onay ve destek sözü almış olması eşyanın doğasına uygun olan değil mi? Ne diyordu Akar Gare saldırısı için?
“Dost ve müttefiklerimizle koordine edilerek yapılan harekat öncesinde; hedefler özenle seçilmiş, harekatın planlanması ve icrasında....” Bu “dost ve müttefikler”den ilkinin Almanya olduğundan sadece ahmaklar kuşku duyar.
İşte şimdi aynı Almanya’nın başını çektiği AB'nin bir kurumu, dünya alemi sersem, kendini akıllı sanarak diyor ki, Türkiye'nin insan haklarına ilişkin politikalarından derin “endişe duyuyoruz”. Ama ne yazık, dünya alem olmasa da, böyle ahmaklar Türkiye'de ziyadesiyle varlar. Onlar işte bu tip açıklamalara bakarak dinci faşist iktidarın AB ile ABD arasında, insan hakları konusunda izlediği politikalar nedeniyle sıkışacağını/sıkıştığını yazıp duruyorlar.
AB, ABD gibi emperyalist devletlerden insan hakları, “demokratikleşme”, faşist baskı ve terörün azaltılması ya da ortadan kalkması konusunda medet uman böylesi darkafalılar -laf aramızda hepsi de mürekkep yalamış, hepsi de aydın geçinir bu darkafalıların- şunu bile akıl edemiyorlar: Türkiye tarihinin en kanlı dönemlerinden biri olan 12 Eylül faşizminin arkasında ABD vardı. 12 Eylül faşizminin ABD'nin “our boys”u, yani oğlanları tarafından yapıldı. Şüphesiz, ABD'nin yanı sıra, İngiltere'sinden Almanya'sına kadar tüm emperyalist devletler, hükümetler de Kenan Evren ve şürekasının, ABD'nin “our boys”unun arkasındaydı.
Uzlaşmacılar, sosyal reformistler, ahmak liberal tayfa, şimdi tüm bu tarihi unutarak ve tüm topluma unutturmaya çalışarak Biden ve AB'nin dinci faşist iktidarı “demokratikleşme” konusunda sıkıştıracağını yayıp duruyorlar. Serap görüyorlar ve iki ülkenin halklarını da aynı zemine çekmeye çalışıyorlar.
Emekçi sınıfları ve Kürt halkını bu beklentiye sokmaya çalışanların anti-emperyalist bilincin miladını oluşturan Denizleri, Mahirleri dillerinden düşürmemeleri işin bir başka sahtekarlık yanı. Türkiye ve Kürdistan topraklarında ABD'ye karşı, tüm emperyalistlere karşı tutarlı ve ciddi bir mücadele içinde olmadan, sağlam bir anti-emperyalist, anti-kapitalist tutuma sahip olmadan Deniz'i, Mahir'i anmak, ağzına almak sahtekarlık belirtisi olabilir ancak.
AB, derin “endişelerini” açıklıyor, bizimkiler de ellerini ovuşturuyor: Hah şimdi “tek adam yönetiminin sonu geldi”, “hah şimdi RTE'ye yol göründü.” Tamam, isteyen hayal aleminde yaşamakta özgürdür. Sözümüz olmaz da, yeter ki emekçi sınıfların, ezilen halkların yakasından düşsünler.
Biz iki ülkenin emekçi sınıflarına, gerçek, tam, eksiksiz demokrasinin faşizme ve kapitalizme karşı mücadeleyi olduğu kadar emperyalizme karşı mücadeleyi de içeren bir devrimi gerektirdiğini anlatmaya devam edeceğiz.