Faşist Devlet Bahçeli'ye bakılırsa, derhal kapatılmalı. Bu amacını o kadar tekrarladı ki, göstermek için kanıta gerek yok. Bahçeli'nin faşist partisinin, HDP'lileri “itlaf edilmesi gereken bir haşerat sürüsü” olarak gördüğünü biliyoruz. Onun için bu faşist partinin hezeyanlarını ciddiye almanın anlamı yok.
Yine faşist Bahçeli'ye kalsa HDP, “Öyle bir kapatılmalı ki bir daha açılmamalı, kapısına kilit vurulmalı.” Ama Bahçeli ve faşist partisi tek başına bir şey ifade etmez. İlaveten, yanına dinci faşist parti AKP'yi alması lazım. Bunu Meclis aritmetiği filan için ileri sürmüyoruz. Dinci faşizm arasında mutabakat açısından gerekli olan şey bu.
Dinci faşist partinin başı, şimdiye kadar, suçlamalar dışında, doğrudan HDP'nin kapatılmasına ilişkin renk vermedi. Söylediği tek şey, HDP milletvekilleriyle ilgili fezlekelerin Meclise gelmesi durumunda “gerekenin yapılacağı”dır. Yani dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde oy kullanacaklar.
RTE, renk vermedi ama onun yaverlerinden biri, AKP Grup Başkanveli, HDP'nin hem siyasi hem de hukuken kapanacağını ilan etti. Şöyle dedi bu jöleli şahıs:
“Yargı yolunu açmak için dokunulmazlıkları kaldıracağız. HDP hem siyasi hem de hukuken kapanacaktır. Milletin vicdanında kapanacaktır.”
Bakmayın “hem siyasi” demesine, işin demagoji yanıdır bu. Ama hukuken, yani Yargıtay-AYM yoluyla HDP'nin kapatılmasına itirazlarının olmadığını belli etmiş oldu. Daha doğrusu malumu ilan etti. Siyasi parti kapatmanın teknik yanlarına girecek değiliz; ilgi alanımız dışı bir konu. Şu kadarını söylemek yeter; Siyasi Partiler Yasası'na göre, parti kapatma davasını Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı açar ve Anayasa Yüksek Mahkemesi bu davayı görüşür. Ancak bu süreç tamamen tekelci sermaye sınıfının faşist devlet ve dinci faşist iktidar üzerinden izlediği politikaya tümüyle bağlı olduğu için bu teknik ayrıntıların beş paralık bir değeri yok. Kararı AYM veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı değil, faşist devlete ve dinci faşist iktidara egemen tekelci sermaye grupları verir.
Peki bu en iri tekelci gruplar HDP'yi kapatma kararı verirler mi ya da daha doğrusu vermişler midir? Asıl konuşulması, tartışılması, üzerinde durulması gereken başlık budur. Bunun için bazı temel noktaları tespit etmemiz lazım.
Birincisi, tekelci sermaye sınıfı ve faşist devlet, giderek yaklaşan bir tehlike olarak, muhtemel bir halk ayaklanmasına karşı, en azından şimdilik, dinci faşist iktidarı ayakta tutmaya karar vermiş görünüyor. Bunu Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun burjuva muhalefete söylediği şu sözünden de anlamak mümkün:
“Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz. Yoksa darbe beklentiniz mi var nereden devralacaksınız, kimden devralacaksınız?” Çavuşoğlu'nun bu sözleri bir gaflet ya da delalet anında sürçülisan olarak ağzından kaçırmış olduğunu düşünmek için hiç bir neden yok. Aksine düşünülmüş, konuşulmuş, alınmış bir kararın ya tepki yoklamak ya da göz korkutmak için bildirimi olduğunu düşünmek için çok neden var.
Aralarındaki kayıkçı dövüşüne rağmen, burjuva muhalefet başta olmak üzere, tüm karşı-devrim güçleri, düzenin varlığını ilgilendiren her konuda, dinci faşist iktidarın arkasında dizilmiş vaziyette.
İkincisi, tekelci sermaye sınıfının devlete ve dolayısıyla dinci faşist iktidara hakim olan kesimi, bu kararını nasıl hayata geçireceği konusunda netleşmiş değil. Dinci faşist iktidar yoluna devam etmeli ve edecek de; ama nasıl? İşte yanıtını aradıkları soru budur. Çelişki ve çatışmaları bu soruya yanıt arayışı çerçevesinde anlaşılmalı.
Buradan Gare hezimetine gelebiliriz. Faşist devlet, Gare baskınıyla dinci faşist iktidarın sürekli eriyen kitle tabanını -buna karşı-devrim kitlesi de diyebiliriz- konsolide etmeyi, erimeyi durdurmayı planlamıştı. Hayaller böyleyken gerçekler hezimet oldu. Dinci faşist iktidarın kitle tabanı erimeye devam ediyor. Bunda en büyük etkenin ekonomik kriz ve üstüne binen pandemi olduğunu söylemeye gerek yok. Haberler, yoksul, emekçi kitlelerin, Kürt halkının, esnafın, kadınların, gençliğin vb. dinci faşist iktidara öfke kusan görüntüleriyle dolu.
Dinci faşist iktidarla yola devam kararı almışlar. Bu çok açık. Fakat, kitle desteği sürekli erirken seçim kazanmak yoluyla bu nasıl olacak? İşte bu soruya yanıt olarak ilk adım, HDP'nin şu ve ya bu şekilde kapatılmasıdır. Yukarıda sözlerini aktardığımız AKP'linin “hem hukuki hem siyasi” şeklindeki sözlerinin anlamı bu. HDP kapatılıp seçim yasasında dinci faşist partilerin çoğunluk elde edebilecekleri değişiklik yapılırsa başka yollara gerek kalmadan dinci faşist iktidar ayakta kalabilir. Hesap bu.
Demek ki, HDP'nin kapatılmasına kesin gözüyle bakabiliriz. Bu kapatmanın Yargıtay-AYM yoluyla ya da başka bir yolla olmasının hiç bir önemi yok. Bu, biçime ilişkin bir sorundur, öze değil.
HDP'yi kapatmak suretiyle, seçim yoluyla dinci faşist iktidarın yoluna devam etmesi murat ediliyor. Peki bu yöntem de seçimlerde çoğunluğu sağlamalarına yetmez ise ne olacak? Aslında RTE bu sorunun yanıtını yıllar önce vermişti. Şöyle:
“400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün.”
Dört yüz milletvekili verilmezse ne olur? Bu iş yine çözülür ama huzur içinde olmaz. Bu sözlerin başka anlamı yok. Tıpkı duayenleri Erbakan'ın “kanlı mı olacak kansız mı olacak” demesi gibi.
Bu durumu değiştirmenin birleşik devrimden başka yolu yok! Bir kez daha, faşizmi yıkmak bir devrim sorunudur.