Birleşik devrimin toplumsal güçlerine sürekli bu yönde uyarı yaptığımız; işçi sınıfını, emekçileri, yoksul kitleleri, Kürt halkını ve şüphesiz örgütlü devrimci güçleri yaklaşmakta olan ayaklanmaya hazırlık yapmaya çağırdığımız biliniyor.
Hep şuna vurgu yaptık: Devrim, güncel, pratik bir sorun haline gelmiştir. Örgütlü devrimci güçler devrim sorununu pratik bir mesele olarak ele almalılar, hazırlıklarını buna göre yapmalılar ve en önemlisi, zaferi kazanmayı göze alıyorlarsa, yani tekelci burjuva egemenliği bütün kurumlarıyla yıkıp iktidarı ele geçirmeyi göze alıyorlarsa -çünkü zaferi kazanmanın başka hiç bir anlamı yoktur- iktidar olacak biçimde hazırlıklarını tamamlamalılar.
Leninistlerin bu düşünceleri artık sadece olay ve olgularla değil, burjuva sınıfın çeşitli düzeylerdeki politik temsilcilerinin gizleyemedikleri korkularını açığa vuran açıklamalarıyla da desteklenmektedir. Böyle bir açıklama son günlerde, bir CHP milletvekilinden geldi. Üzerinde durulmaya değer bir açıklamadır. CHP milletvekilinin açıklamasını ciddiye almamızın nedeni bu şahsın devlet bürokrasisinden gelmiş; zamanında IMF, Dünya Bankası, Avrupa Birliği fonlarıyla desteklenen projelerin denetçiliğini yapacak kadar bu emperyalist kurumların güvenine mazhar olmuş olmasıdır.
Önce bu milletvekilinin korkusunu nasıl açığa vurduğuna bakalım, arkasından korkusunun nedenlerini yine kendi ağzından dinleyelim. Korku şöyle ifade ediliyor:
“Bu yıl bir erken seçim ihtimali görmüyorum ama erken bir kaos ihtimali öngörüyorum. Bu taşınabilir bir durum değil. Bu yoksulluk daha fazla sürdürülemez, ülke bir kaosa doğru hızla gidiyor. Onun için ben halkımızın hazırlıklı olmasını tavsiye ediyorum. Hazırlıklı olmamız gereken şey, kararlı, yurtsever, demokrat duruşumuz olmalıdır. Ve demokrasi dışında hiçbir yola hiç kimse tavassut etmesin. Bizim felaketimiz bu olur. ”
CHP'nin yönetim kademelerinde bulunmuş, IMF, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği ile bir anlamda eşgüdüm halinde çalışmış bürokrasi kökenli bu adam ne diyor? “Kaos ihtimali görüyorum” diyor. Doğrudur ama bu sözlerin ufak bir düzeltmeye ihtiyacı var. Bu tip insanların dilindeki “kaos” emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin eylemlerindeki olağanüstü artıştan başka bir şey değil. Başka bir ifadeyle, bir “ayaklanma” bekliyor ve halkı bir ayaklanmaya değil, “demokrat, yurtsever bir duruş”a çağırıyor. Bu sözlerdeki anlam yoksunluğu şimdilik ilgi alanımız dışında. Bizi ilgilendiren nokta, “ülke bir kaosa doğru hızla gidiyor” biçimindeki tespittir. “Kaos” kavramını kaldırıp yerine “ayaklanma” kavramını koyduğumuzda gerçeğe tamı tamına ulaşmış oluruz. Bu sözlerin doğruluğundan şüphe etmek için hiç bir neden yok; çünkü tüm olaylar, tüm günlük gelişmeler bu tespiti doğruluyor.
Peki boş yere duyulan bir korku mu bu? Devlet bürokrasisi içinde “maliyeci” olarak çalışmış bu CHP'li milletvekili, korkusunun nedenlerini de ortaya koymuş; şöyle:
“Bizim milli servetimiz çok az. Türkiye’nin milli serveti, milli gelirinin en fazla iki katı. O yüzden olacaklardan ürküyorum. Eskinin dış borçla, ithalatla ve varlık satışıyla yaşanan balayı günleri bitti. Bunun bedeli çok ağır olacak. Orta kesim yoksullaşacak.
Yoksulların bir kısmı açlık sınırının altına düşecek. Üst orta gelir dediğimiz beyaz yakalılarda bile durum çok kötü. Sosyal yardıma muhtaç avukat, doktor, mühendisler var. İktisat, işletme mezunu çocuklar en niteliksiz işlerde çalışmaya başladılar.”
Doğru mu bunlar? Hiç şüphesiz, doğru? Orta kesimlerin yoksullaştığını, esnafın kepenk kapattığını, işsizliğin diz boyu olduğunu, iktisat, işletme mezunu gençlerin en niteliksiz işlerde çalıştıklarını her gün okuyor, görüyoruz. Burjuva sınıf da bunları görüyor ve “o yüzden olacaklardan ürküyor”
Ama tekelci sermaye sınıfını asıl korkutan şey, durumun çözümsüzlüğünün farkında olması. Bizim sosyal reformistlere sorsan, ne bir ayaklanma havası var, ne de durum tekelci sermaye sınıfı, dinci faşist iktidar, faşist parti için ümitsizdir. Hani, gelip bir uzlaşmacı ya da sosyal reformistle konuşsalar konuşmanın sonunda umut dolu olacaklar. Neyse ki, tekelci sermaye sınıfı ve onun politik temsilcileri, sınıfın yaşamsal sorunları söz konusu olduğunda böyle zevzekliklere değil, olgu ve olaylara, gerçeklere bakarlar. Umutsuzlukları şöyle:
“Durgunlukta normalde enflasyonun düşmesini beklersiniz, ama düşmeyecek. Çünkü ekonomi ithalata bağımlı. Yani attığımız her 10 adımdan 3’ü ithalata bağlı. Döviz kuru bu kadar yükseliyorsa günün sonunda kredi faizleri maliyetleri çok yükselecek ve maliyet enflasyonu ile karşı karşıya kalacağız. Enflasyon bu şekilde yapışkan bir şekilde kaldıkça faizler yüksek seyretmeye devam edecek.
Bunun tek çözümü var, yurt dışından uzun vadeli kaynak girmesi. Ama bu ihtimal de yok, çünkü Türkiye’ye hiç kimse güvenmiyor. Türkiye şu anda 70 cente muhtaç durumda. Üstelik döviz bulamadığınız taktirde bu sosyal patlamayı TL basarak engellemeye çalışırsanız da enflasyon iyice fırlayacak. Bu sefer sarmalın başına dönülecek.”
Evet, tekelci sermaye sınıfının elinde “sosyal patlamayı” yani bir ayaklanmayı engelleyecek zor araçlarından başka enstrüman yok. Dinci faşist iktidar da bunun bilincinde olduğu için, ordunun elindeki ağır silahları polisin kullanabilmesi için yasalar çıkartıyor, düzenlemeler yapıyor; tosuncuklarını örgütleyip silahlandırıyor vb vb.
“Sosyal patlama” yani bir halk ayaklanması kaçınılmaz ise, birleşik devrim güçleri ne yapmalı? Ayaklanmalar, devrimler yoksul, sömürülen, ezilen kitlelerin bayramıdır. Birleşik Mücadele Güçleri, bu “bayram” günlerine hızla ve büyük bir enerjiyle hazırlanmalılar. Bu konuda geç kalındığını bile söylemek mümkün. Çünkü böylesi günlere hazırlıklar, günler haftalar değil, aylar hatta yıllar alır.
Hazırlık için önce insanın kendisinin buna inanması, buna konsantre olması, tüm dikkat ve enerjisini buna ayırması lazım. Bir seçimin değil ama bir devrimin, ayaklanmanın kaçınılmazlığını, derinliğini, genişliğini, kapsayıcılığını yoksul kitlelere, Kürt halkına, her gün katledilen kadınlara, gençliğe anlatmak günün acil görevidir. Devrim ve iktidar propagandasıyla kitlelere gitmek ve bunu günlük faaliyetin tam merkezine koymak... Birleşik Mücadele Güçleri'nin temel, başlıca faaliyet konusu olmak zorunda. Devrime öncülük, kitleleri zafere, yani iktidarın ele geçirileceği noktaya taşımak için başka yol yok. Devrime öncülük iddiasına uygun davranmak bunu gerektirir.
Her işçi eyleminde işçilerin; her kitle eyleminde kitlelerin, her gençlik ve kadın eyleminde devrimin bu güçlerinin yanında olmak; Birleşik Mücadele Güçleri'ni tanıtmak atılması gereken ilk adımlardır. Devrime, ayaklanmaya öncülük büyük bir iddiadır. Bu iddiada olanlar, iddialarına uygun davranmak zorundalar. Her şeyden önce de kendilerinin buna inanması gerekiyor.
Fırtına yaklaşıyor! Yukarıdaki sözlerin tek anlamı budur. Büyük bir hız ve iddianın hakettiği ciddiyetle buna hazırlanalım!