Dinci faşizmin son saldırıları, varolanı mumla aratacak kanlı bir faşist diktatörlük kurma konusundaki kararlılığı, zamanında dinci faşist iktidara destek veren uzlaşmacıları, liberal kişileri derin bir düş kırıklığına uğratmış durumda.
Hasan Cemal, “Yetmez ama evet” kampanyasının, listenin alfabetik sırasına göre 92. sırada, tescilli faşist Hasan Celal Güzel'in hemen arkasında yer alan bu şahsın yazdıklarını aktarmak yerinde olacak. Zira, bir politik ve toplumsal kesim olarak, bunların ruh halini, uğradıkları hayal kırıklığını en iyi ifade edenlerden biri durumunda şu an. Zamanında kendilerini paralayarak destekledikleri dinci faşist iktidarın ve onun başının attığı adımları, burnunu çeke çeke şöyle anlatıyor:
“Türkiye'de askeri darbe yok ama belki de ondan beter bir sivil darbe yönetimi var. İfade özgürlüğü hiçe sayılıyor. Hukuk ayaklar altında. Adaletsizlik çukuru derinleşiyor. Hapishaneler siyasetçi ve gazetecilerle dolup taşıyor. HDP kapatılacak. HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılmaya başladı. Siyaset yasakları gündemde...”
Darkafalı liberallere söylemek isteriz ki, bunlar daha bir şey değil. H.Cemal'in bu saydıkları yol üstündeki çakıl taşları gibi sayılır. MHP Genel Başkan Yardımcısının HDP'lileri katledilmesi gereken “haşere sürüsü” ifadesini kullandığını unutmayalım. Bu ifadenin kızgınlıkla söylenmiş boş bir laf olduğunu düşünen varsa fena yanılıyor. Dinci faşizmin sadece gönlünden değil, aklından da geçen HDP'lileri; HDP'lilerle birlikte Kürt halkının özgürlük savaşının yanında kim duruyorsa onu katletmek olduğunu söyleyelim. Evdeki hesapları çarşıya uyarsa tabii...
Ama liberallerin, uzlaşmacıların, sosyal reformistlerin hayal kırıklıkları burada bitmiyor. Biden denen bunak adamın RTE'ye bir türlü telefon açmamasında; Avrupalı emperyalistlerin işe yaramaz kurumlarının her ağızlarını açışlarından büyük ümitlere kapılan bu adamlar, şimdi bu cepheden gelen haberlerle de derin bir hayal kırıklığına uğramış vaziyetteler. Aynı yazısında H.Cemal, yine burnunu çeke çeke şunları yazıyor:
Batı'nın Türkiye'ye bakışı özünde değişmiyor. Bu konuda, stratejik çıkarlar ağır basıyor. Soğuk Savaş'ta da öyleydi, bugün de öyle. Batı'yı Batı yapan değerler, o zamanlar Türkiye'ye bakışta arka planda kalıyordu, bugün de öyle. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlük ve insan hakları Türkiye için olmasa da olurdu. İkinci sınıf, üçüncü sınıf demokrasi Türkiye'ye yeterdi. Hatta demokrasi hiç olmayabilirdi, Türkiye ‘darbe yönetimleri’yle de idare edebilirdi. Önemli olan demokrasi falan değil, Türkiye'nin ‘komünizme karşı kale’ olmaya devam etmesiydi.”
Devam etmeden şu “Batı'yı Batı yapan değerler” palavrasına dair bir iki cümlelik bir not: Liberallerin, uzlaşmacıların bir postulat, yani doğruluğu ispata gerek duyulmayan bir şey gibi sundukları bu palavranın gerçeklikle alakası yok. Bu önerme, liberallerin, uzlaşmacıların emekçi ve ezilen halkları aldatmak için uydurdukları bir palavradan ibarettir.
Devam edebiliriz...
Evet, Batı dedikleri emperyalist devletler (liberaller ve uzlaşmacılar nedense şu 'emperyalist' kavramını kullanmayı hiç sevmezler) için önemli olan Türkiye'nin “komünizme karşı kale” olmasıydı. Dün böyleydi. Sovyetler Birliği ve sosyalist sistem dağılmasına rağmen, bugün de böyle, yarın da böyle olacak. Liberal ve uzlaşmacı darkafalılığın bir türlü anlamadığı gerçek budur. Neden Sovyetler Birliği ve sosyalist sistem dağılmasına rağmen bugün ve gelecekte böyle olacak?
Çünkü sayın darkafalılar, 21. Yüzyıl ayaklanmalar yüzyılıdır. Bunu, en az bizim kadar emperyalistler de biliyor. Çünkü, insanlık tarihi yeni bir evrenin, kapitalizmden komünizme sıçramalı geçişin eşiğine gelmiş bulunuyor. Artık birkaç on yılda bir, bir ülkede bir devrime rastladığımız günler geride kaldı. Artık bir yılda birkaç ülkede devrime tanık olduğumuz bir tarihsel evreye gelmiş bulunuyoruz. Önceki yıla bakın, yeter.
Bu durumda, bunak Biden'ın Rusya Federasyonu Başkanı Putin'e, soğuk savaşın en kritik anlarında bile karşıt tarafların birbirlerine kullanmadıkları “katil” sıfatını yakıştırmasıyla AB'nin Türkiye üzerindeki yaptırımları durdurmasını istemesi arasında bağ var mı? Elbette var; hem de güçlü bir bağ var. Bunak Biden'ın Putin'e “katil” demesinin arkasında tüm emperyalistlerin, ABD liderliğinde başta Rusya-Çin-Demokratik Kore Halk Cumhuriyeti olmak üzere, Küba ve dünya halklarına karşı geniş çaplı bir savaş açma planlarında düğmeye basıldığının işareti var. ABD ve NATO'nun Karadeniz ve Doğu Akdeniz'de tatbikat üstüne tatbikat yapmalarının; her iki denizi savaş gemileri parkına dönüştürmeleri boşuna değil.
İşte bu koşullarda ABD, İngiltere, Almanya ve diğer emperyalistlerin, NATO'nun “Batı'yı Batı yapan değerler” hatırına dinci faşist iktidarı feda etmesini mi bekliyorsunuz? Sizi bilemeyiz ama, emperyalistler akıllarını peynirle yemiş değiller. İşte tam da bu yüzden, HDP hakkında kapatma davası açıldığı; Gergerlioğlu'nun vekilliğinin düşürüldüğü günlerde RTE ile görüşen Avrupalı emperyalist hükümet temsilcilerinden bir teki kalkıp da RTE'ye “ne oluyor” diye sormadı. İşte bu yüzden, Reuters'ın haberine göre,Angela Merkel, Türkiye'ye yaptırımlara değil, yatırımlara öncelik veren bir yaklaşımı tercih ediyor; dahası Fransa ve Yunanistan'ı da aynı pozisyona çekiyor.
Liberallere, uzlaşmacılara ve Avrupalı emperyalistlerden “demokrasi” ya da hiç olmazsa, RTE'yi “yumuşatma” beklentisi içindeki sosyal reformistlere, doğru düşünmeleri için bir ipucu verelim: sorun Merkel değil. Merkel, Alman tröstlerinin, mali sermayesinin basit bir memurundan başka bir şey değil; ona bundan öte bir misyon yüklemeyin. Gidip sorsanız kendisi de bunu size söyleyecektir. Tröstleri, tekelleri, mali sermaye gruplarını ve onların emrindeki hükümetleri asıl ilgilendiren başlıca iki noktadan ilki, Türkiye'nin Ortadoğu halklarına karşı bir karşı-devrim kalesi olarak durması; ikincisi, Türkiye'deki ekonomik çıkarlarının korunması. Yani, Türkiye'nin bir devrim tehlikesine karşı korunmasıdır. Onlar için gerisi, dikkate almaya değmez teferruattır.
Demokrasi sorunu bir devrim sorunudur. Dinci faşizmin, bundan böyle artarak süreceği apaçık olan saldırıları, geçmişte teorik düzlemde kalan bu doğruyu şimdi pratik düzleme çekmiş bulunuyor. Artık en ham kafalar bile, bu düzende bir demokrasinin mümkün olmayacağını; gerçek, tam, eksiksiz ve iki ülkenin ezilen sınıf ve halklarının çıkarına olan bir demokrasinin ancak bir devrimle gerçekleşebileceğini kabul etmek zorunda kalacaklar. Hem de kafalarını duvara çarpa çarpa. Bu süreç başlamıştır.
Bu, aynı zamanda bir umut kaynağıdır. Çünkü iki ülkenin emekçi sınıfları, yoksulları bu gerçeği kavradıkça dinci faşizmin tüm planlarını tuzla buz edecek birleşik devrim de güçlenecek. Gerçek demokrasi böyle, birleşik devrimle elde edilecek.