Devrimci durum ve iç savaş tekelci kapitalist düzeni çöküşe doğru sürükledikçe toplumun tüm sınıfları hareketleniyor, çalkalanıyor. Tüm toplumsal sınıflar ve onların politik güçleri bir arayış içine giriyorlar.
Ancak düzenin ekonomik ve politik krizi toplumu çalkaladıkça, politik güçler de, yayıktaki ayranın yağ tanecikleri gibi, kendilerine en yakın olan benzerleriyle bir araya geliyorlar. Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere.. Süreç bitmiş değil. Arayış, birleşmeler ve ayrışmalar; tekrar bir araya gelmeler devam ediyor.
Yine de, durum belirsiz gibi bir sonuca ulaşmak doğru değil. Bir şekillenme, ana çizgileriyle de olsa, ortaya çıkıyor. Bu iki bloktan ilki, faşizme karşı mücadeleyi bir devrim mücadelesi olarak ele almayan; aksine, faşizmin baskı, polis saldırıları, yasaklar ve terörle ortadan kaldırdığı hakları geri kazanma, güncel olarak hak ve özgürlükler için mücadeleyi demokrasi mücadelesinin kendisi olarak gören anlayıştır.
Bu anlayışın en net ifadesini “tek adam rejimine karşı” mücadele çağrılarında buluyoruz. “Demokratik siyaset” ve “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e dönüş bu “tek adam rejimine karşı” mücadelenin öne çıkan hedefleri olarak kitlelerin önüne konuyor. Tek tek haklar, “tek adam rejimi”nin ortadan kaldırdığı örneğin İstanbul Sözleşmesi'n geri dönülmesi, Boğaziçi Üniversitesine atanan kayyumun geri çekilmesi, “kod 29”un iptal edilmesi gibi talepler bu anlayışa sahip politik güçlerin güncel mücadelelerinin temel konusu ve hedefidir.
Bu gruba giren politik güçlerin ittifaklar politikası da, doğal olarak bu hedef ve taleplere göre şekilleniyor. Demokrasi mücadelesinin hedef ve taleplerinin ana çerçevesi böyle olunca ittifak kurulabilecek politik güçlerin çerçevesi de bir hayli genişliyor. Bu çerçeve, kendi mantığının son noktasına kadar götürüldüğünde, düne kadar dinci faşist iktidarın en başta gelen kadrolarından olan Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi kişiliklerden tutalım da Meral Akşener gibi MHP kökenli faşist kişiliklerle ittifaka kadar uzanabiliyor.
“En geniş demokrasi ittifakı” ya da “en geniş antifaşist ittifak” kavramları bu anlayış sahiplerine ait olup kendilerini bu kavramlardan tanımak mümkün. Burada “demokrasi”den kastın, kendileri böyle doğrudan ifade etmeseler bile, burjuva demokrasisi olduğu çok açık. “Tek adam rejimi”ne karşı alternatif olarak emekçi sınıfların, Kürt halkının, yoksul kitlelerin önüne koydukları en ileri alternatif budur. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” dedikleri uydurma şey ise, burjuva demokrasisi bile olmayan, varolan tekelci burjuva egemenliğin yetkileri artırılmış bir parlamento ile devam ettirilmesinden başka bir şey değil.
Bu arada geçerken belirtelim ki, çizdiğimiz çerçeve genel bir çerçeve olup, öz itibariyle bu çerçevenin içinde olmakla birlikte, bu çerçeveden kimi noktalarda ayrışan politik güçlerin de olduğunu/olabileceğini akılda tutmak gerekir.
Bu politik güçlerin en öne çıkan temsilcisi olarak HDP'yi kabul edebiliriz. HDP, kendisinin de kabul ettiği gibi, CHP'den tutalım da dinci faşist iktidarın adını zikrettiğimiz eski kadrolarına kadar, gerici/faşist partilerle “tek adam rejimine karşı güçlendirilmiş parlamenter sistem” için ittifak arayışında.
“Bütün Sosyal Reformistler Birleşin!” başlıklı yazımızda adlarını andığımız, Birleşik Devrimci Parti, Demokratik Bölgeler Partisi, Emek Partisi, Emekçi Hareket Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Toplumsal Özgürlük Partisi, Türkiye İşçi Partisi ve Yeşil Sol Parti gibi partiler çok açık biçimde olmasa bile, HDP'nin arkasına gizlenerek, aynı güçlerle ittifak arayışını, en azından, onaylıyorlar. Şüphesiz, bu güçlerin kendi aralarında farklı düşünce ve yaklaşımlar var ancak bu farklılıkların öze ilişkin olmadığının altını çizmek gerek.
Bu ittifak ve mücadele çizgisinin neden politik iflasa mahkum olduğu konusu ayrıca ele alınmak zorunda.
Şimdi ikinci kesimi kısaca ele alabiliriz. İkinci kesimin en belirgin özelliği, demokrasi mücadelesini ve faşizmin yıkılması mücadelesini bir devrim mücadelesi olarak ele almasıdır. İster antifaşist blok densin, ister antifaşist cephe densin, şimdilik adlandırmanın önemi yok. İkinci kesimi oluşturan politik güçlerin faşizme karşı alternatifleri, devrimci demokrasidir. Buna halk demokrasisi demek de mümkün; dediğimiz gibi, özü ifade etmesi koşuluyla, kavramların şimdilik bir önemi yok.
Faşizme karşı mücadeleyi bir devrim mücadelesi olarak ele alan politik anlayışın birincil, temel, güncel hedefi faşizmin bir devrimle yıkılmasıdır. Faşizmin ve tekelci kapitalist egemenliğin yol açtığı kötülüklerle tek tek mücadele etmek değil, onları ortaya çıkaran temeli, onların kaynağını ortadan kaldırmak birincil, temel hedef ve görevdir. Dolayısıyla, Kürt halkının, emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin, kadınların, gençliğin önüne “asgari program” adı altında ıvır zıvır şeylerden ibaret “hak ve özgürlükler” için mücadeleyi değil, tekelci sermaye sınıfı egemenliğinin faşist devletle birlikte bir devrimle yıkılması hedefini koyarlar.
Bu, bu politik güçlerin kitlelerin güncel mücadelelerine ilgisiz kaldıkları ya da kitlelerin güncel mücadelelerine karşı çıktıkları, yadsıdıkları anlamına mı gelir? Şüphesiz, bu anlama gelmez. Aksine, kitlelere devrim hedefini güncel, pratik bir sorun olarak gösteren bu politik güçler, kitlelerin güncel mücadelelerinin tam ortasında yer alır, orada etkin bir rol oynamaya çalışır ve güncel talepler için sokağa dökülen kitlelerin mücadelesini en ileri noktaya kadar götürmek için ellerinden geleni yaparlar. Fakat, bu mücadele içinde yer alırken ne kitlelerin buna gereğinden fazla önem verecekleri bir politika izlerler, ne bunun kurtuluşa giden yol olduğunu ima ederler, ne de bunu bir programa dönüştürürler. Aksine, kurtuluşun bunlarla değil, devrimle olacağını, iktidar ele geçirilmeden bunların bir hiç olduğunu, iktidar ele geçirilmeden hiç bir hak ve özgürlüğün güvence altında olamayacağını; esas olanın bir devrimle iktidarın ele geçirilmesi olduğunu, ekonomik ve politik kriz koşullarında bu ele geçirmenin mümkün olduğunu; dolayısıyla tüm enerjinin iktidarın bir devrimle ele geçirilmesine harcanması gerektiğini propaganda ve ajitasyon yoluyla anlatırlar.
Birinciler, bütün kötülüklerin kaynağını ortadan kaldırmadan o kötülükleri ortadan kaldırmak istemekle burjuva sosyalizmi platformuna kaymış oluyorlar; buna burjuva sosyalizmi denir. İkinciler, bütün kötülükleri ortadan kaldırmak için önce onların temelini, kaynağını ortadan kaldırmak istedikleri için bilimsel sosyalizmi, proletarya sosyalizmini temsil ederler.
Birinci çizgiyi uzlaşmacı, sosyal reformist partilerin temsil ettiğini söylemiştik. İkinci çizgi Birleşik Devrim Güçleri'nde ifadesini buluyor. Kuşkusuz şimdilik iki grup Çin Seddi ile ayrılmıyor. Hala arada bir “geçirgenlik” mevcut. Aynı anda iki yerde de olmaya çalışan, aynı anda iki ata birden oturmak isteyenler var. Belki sınıflar savaşının görece durgun dönemlerinde bu tür “bir o yandan bir bu yandan” tutum almak, belirli bir süre için mümkün olabilir. Fakat sınıf savaşımı keskinleştiği anda, ne ara yolcu/orta yolcu olmak mümkün olur, ne de hem orada hem burada olmak. Ya sermayeden yanasınızdır ya da emekten. Artık ortası olmaz bu işin.
Önümüzdeki dönemde bizzat pratik yaşam bu çevreleri kesin ve net seçime zorlayacak. Birleşik devrim yolunda yürümek isteyenler, ister istemez adımlarını emek cephesinden yana net olarak atacaklar. BMG, birleşik devrimde ısrarlı ve kararlı bir odak olarak öne çıktığı oranda “arada” olanları kendine çekecektir.